PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Kur'an'daki Hidayet, dalalet ve Kalbin Mühürlenmesi Kavramlarını Nasıl Anlamalıyız?

 

Kur’an’da Hidayet ve Dalâlet Kavramları
                                         Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
                                     Dicle Ünv. İlahiyat Fakültesi
            İnsanın iradesiyle ilgili olan hidayet ve dalâlet kavramlarının insan sorumluluğu açısından nasıl izah edileceği sorusu da tarihi süreç içerisinde sürekli tartışılmaktadır. Hemen belirtelim ki Kur’an’da bu kavramlarla ilgili pek çok ayet vardır. Allah’ın hidayete erdirmesi veya saptırması, insan iradesini hiçe saymak anlamına mı gelir? İnsanın dalâlete ve hidayete ermesinde Allah’ın müdahalesi var mıdır? sorularına cevap verilmesi gerekmektedir.
            Hidayet; rehberlik, yol gösterme ve irşat etmek gibi amacında hayır , güzellik ve iyilik bulunan, yapılışında yumuşaklık ve incelik mevcut olan bir rehberliktir.[1] Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın hidayete erdirmesinin, [2] peygamberlerin hidayete erdirmesinin, [3] insanların hidayete ulaştırmasının [4] kitapların doğru yolu göstermesinin ve beyan etmesinin [5] ve insanın doğru yola ulaşmasının, kendi hür iradesinin elinde olduğunu[6] gösteren ayetler vardır. “Sen sevdiğin kimseleri hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseleri hidayete erdirir.”[7]
            “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı. Fakat o dilediği kimseyi sapıklıkta bırakır. Dilediğini hidayete erdirir. Yaptığınız ve yapacağınız işlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz.”[8]
            Yüce Allah sorumlu tuttuğu herkese akıl, zeka, idrak vermek suretiyle hidayete erdirirken buna ilave olarak risaletle görevlendirdiği peygamberlerin insanları irşat ederek, müjdeleyerek ve uyararak doğru yola davetleriyle ilahi kitapları göndermek suretiyle hidayete ulaştırmaktadır.[9] Hidayet insanın dünyada yapmış olduğu tercihin neticesidir.[10] İnsanı hidayete götüren bir takım sebepler vardır ki, o bu sebeplere sarılmak durumundadır. Bu sebepler ise akıl, irade, peygamberler, kitaplar ve amel-i salihtir.[11] Kendi hür iradeleriyle bu sebeplere sarılanlar hidayete ererler.
            Dalâlet ise Yüce Allah’ın ayetleriyle, işaretleriyle ve hatta peygamberleriyle haber verdiği doğru yoldan sapmak, ayrılmak ve bu doğru yolu terk etmektir.[12]
            Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın saptırdığını,[13] insanların birbirlerini dalâlete sürüklediğini [14] insanların dalâlete düşmelerinin yine kendi hür iradelerine bağlı olduğunu,[15] insanları şeytanın,[16] putların[17] ve cinlerin[18] saptırdığını gösteren ayetler bulunduğu gibi insanların davranışları neticesinde dalâlete düştüklerini ortaya koyan ayetler de vardır.[19] Ayrıca tebliğ ve imar göreviyle vazifelendirdiği Peygamberler gelmedikçe Allah’ın insanları sorumlu tutmayacağı ile ilgili ayetler de mevcuttur.[20]
            Kur’an’ın “Allah istediğini hidayete, istediğini dalâlete sürükler” veya “Allah bazı insanların kalplerini hakikate karşı mühürlemiştir”[21] ve saire gibi ifadeleri sık sık kullandığı bir gerçektir. Ama bundan çok fazla tekrarladığı şudur: Allah adaletsize doğru yolu göstermez” “Allah haddi aşanları hidayete erdirmez” Allah takva sahibi olanları, dinleyen ve ihlaslı olanları doğru yola iletir”[22] ve yine “onlar eğrilince Allah da onların kalplerini eğriltti.”[23] Bütün bu ayetlerden anlaşılıyor ki insan hidayeti ve dalâleti hak edecek bir şeyler yapmaktadır.[24]
            Allah’ın saptırmasıyla ilgili ayetlere bakıldığında ilk anda bunlar insanı doğru yola götürenin veya sapıklığa düşürenin Allah olduğu imajı ve intibaı uyandırmaktadır. Bu ayetleri bir bütünlük içerisinde diğer ayetlerle birlikte düşündüğümüz zaman, dalâlete düşen, kendi azgınlığı, haddi aşması, adaletsizliği, inkarı ve cahilliği nedeniyle sapmıştır, hidayete eren ise imanından, taatinden takvasından ve doğruyu dinleyip ihlaslı olmasından dolayı doğru yolu, hidayeti bulmuştur. Yoksa Allah onları hiçbir neden olmaksızın saptırmış veya hidayete erdirmiş değildir.
            Netice itibariyle, Yüce Allah doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş, bunlara inzal ettiği kitaplarla hakkı, doğruyu, güzeli öğreterek iman edip itaat edenlerin kurtuluşa ereceğini, bunun aksine inkar edenlerin, itaatsizlerin haddi aşanların bedbaht olacaklarını akıl sahiplerine bildirmiştir.[25] Kısaca Allah’ın hidayeti, peygamber ve kitap göndermesi, Allah’ın saptırması ise; Allah’ın gönderdiği peygamberlere ve kitaplara karşı insanın olumsuz tavır takınmasıdır.[26]
            Kalplerin Mühürlenmesi
            İnsanın iradesini selbeder görünen ve genellikle yanlış yorumlanan Allah’ın kalpleri mühürlemesi meselesine de temas etmeden geçmemek gerekir. Kur’an’da hateme, tabea, leane kelimeleri aynı anlama gelmekte olup “mühürledi” anlamını ifade etmektedir. Mühürleme kavramından Allah insanları saptırdığı zaman, kendilerinin içinde bulundukları körlük durumunu, yani Allah’ın uyarılarını anlamaktan aciz olma halini, yahut Allah’ın onları terk etmesini (hızlan) anlamak gerekir. Bu durum bazen Allah’ın bu kişilerin kalplerine mühür vurması, yahut kilit vurması ifadeleriyle veyahut da benzeri mecazi ifadelerle anlatılır. Bazen de bu durum sadece ilahi kudretin bir icrası olarak dile getirilir, fakat başka zamanlarda bu, insanın küfrünün bir neticesi olarak anlatılır.[27] Bu konuyla ilgili ayetler de Kur’anî bütünlük ve siyak ve sibak ilkeleri göz önüne alınmadan tek başına ele alındıkları takdirde yanlış anlamaya musait görünmektedir. Örneğin bazı ayetlerde insanların kalplerini bizzat Allah’ın mühürlediği,[28] Allah’ın kalplerini katılaştırdığı,[29] Allah’ın kulaklarına ağırlık koyduğu,[30] Allah’ın kalplerini çevirmesi,[31] kalplerini perdelemesi, örtmesi,[32] ifadeleri geçmektedir. Eğer bu ifadeleri Kur’an’ın genel bütünlüğü içinde anlamaz ve her bir ayeti dar bir çerçevede ve tek başına değerlendirmeye kalkarsak, yanlış sonuçlara varmamız kaçınılmaz olacaktır. Söz konusu ayetleri şu ayetlerle birlikte düşünmek ve değerlendirmek zorundayız. Allah insanların kalplerini kendi davranışları sonucunda mühürlemekte[33] ve insanların davranışları neticesinde kalplerini katılaştırmaktadır.[34] yani bu insanların inkarları,[35] haddi aşmaları,[36] mütekebbir ve gaddar olmaları,[37] nefsi arzularını ilah edinmeleri,[38] ve ona tabi olmaları,[39] önce imanı seçip sonra küfre düşmeleri,[40] gibi nedenlerden dolayı Allah’ın onların kalplerini mühürlediği ve dolayısıyla sapıklığa düştükleri ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Allah: “Biz insanları hangi yöne isterse çeviririz.”[41] “Bir millet kendisini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”[42] ve “İlkin ona inanmadıklarından dolayı gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz.”[43] buyurarak insanların kendi yollarını kendilerinin tayin edeceğini belirtmiş olmaktadır.
            Gerçekten ilgili ayetler siyak ve sibak çerçevesinde ele alındığında durup dururken insanların kalplerinin mühürlenmesinin söz konusu olmadığı, aksine yapıp ettiklerinin sonucunda böyle bir hale düştükleri açıkça anlaşılmaktadır. Ayrıca kalpleri mühürlenen insanların iman tarafını seçip seçmemekte tamamen serbesttirler.[44]
            Görülüyor ki Kur’an, Allah’ın rasgele insanların kalplerini mühürlediğini ileri sürmemekte, aksine genellikle insanların kendi davranışlarından dolayı Allah’ın böyle yaptığını söylemektedir.[45]
            Sonuç olarak Allah insanları sorumlu, hür ve irade sahibi bir varlık olarak yaratmış ve bu dünyada bir sınava tabi tutmuşken, onların elini ayağını, kulağını, kalbini bağlaması ve hiçbir şey yapamaz hale getirmesi düşünülemez. Bu Allah için büyük bir haksızlık olurdu. Şayet bu ayetler cebir ifade etseydi, dinin getirmiş olduğu esasların ve yükümlülüklerin anlaşılması mümkün olmazdı. O açıdan nereden bakılırsa bakılsın, Kur’an’da cebir ifade eden, insanın iradesini ve hürriyetini ortadan kaldıran bir ifadenin olmadığını söylemek mümkün görünmektedir.
 


[1] Cihad Tunç, İslâm Dinine Göre Hidayet ve Dalalet, E.Ü.İ.F. der. VI, 25.
[2] 2, Bakara, 123, 264 ; 24, Nur, 46 ; 28, Kasas, 56 ; 35, Fatır, 8 ; 39, Zumer, 23.
[3] 19, Meryem, 43; 43, Şura, 52; 64, Teğabun, 6 ; 79, Nâzi’ât, 19.
[4] 14, İbrahim, 21; 40, Gâfir, 38; 20, Taha 77; 32, Secde, 24, 26.
[5] 2, Bakara, 2, 53, 97, 185; 3, Ali İmran 4, 103; 5, Maide 44, 46; 6, En’am, 91; 17, İsra, 9; 23, Mu’minun, 49 ; 39, Zumer, 41; 46, Ahkaf, 30 ; 72, Cin, 2.
[6] 2, Bakara, 137 ; 3, Ali İmran, 101 ; 10, Yunus, 9, 108 ; 16, Nahl, 104 ; 17, İsra, 15 ; 24, Nur, 54; 39, Zumer, 3 ; 40, Gâfir, 28 ; 42, Şûra, 13; 61, Saf, 5 ; 62, Cuma, 5.
[7] 28, Kasas, 56.
[8] 16, Nahl, 93 ; 6, En’am, 111, 137 ; 10, Yunus, 99 ; 22, Hacc, 14 ; 32, Secde 13.
[9] Tunç, a.g.m, VI, 29.
[10] 20, Taha, 123 ; 29, Ankebut, 69; 42, Şura 13.
[11] Seyyid Sabık, el-Akaidu’l-İslâmiyye, s. 106.
[12] Tunç, a.g.m, s. VI, 31.
[13] 7, A’raf 155, 186 ; 13, Ra’d 27, 33 ; 14, İbrahim, 4 ; 16, Nahl, 37, 93; 35, Fatır, 8 ; 74, Müddessir, 31.
[14] 6, En’am, 116, 119, 144 ; 7, A’raf, 38 ; 20, Taha, 79, 85 ; 26, Şuara 99 ; 33, Ahzab, 67 ; 71, Nuh, 24, 27; 5, Mâide, 77.
[15] 3, Ali İmran, 69 ; 2, Bakara, 16, 175 ; 5, Maide, 105, 140 ; 14, İbrahim, 4 ; 27, Nebe’, 92.
[16] 4, Nisa, 60, 119 ; 19, Meryem, 83 ; 22, Hac, 44 ; 25, Furkan, 29 ; 27, Neml, 24 ; 36, Yasin 62.
[17] 14, İbrahim, 36 ; 25, Furkan, 17 ; 20, Taha 92, 93.
[18] 41, Fussilet, 29.
[19] 4, Nisa, 44, 136, 167 ; 5, Mâide, 12 ; 33, Ahzab, 36 ; 40, Gafir, 34 ; 60, Mumtehine, 1.
[20] 9, Tevbe, 115 ; 16, Nahl, 36 ; 20, Taha, 123 ; 28, Kasas, 50 ; 39, Zümer, 23 ; 41, Fussilet, 17 ; 76, İnsan, 3 ; 92, Leyl, 12,13.
[21] 2, Bakara, 8, 142, 213, 272 ; 14, İbrahim, 4 ; 16, Nahl, 93 ; 24, Nur, 35 ; 28, Kasas, 56 ; Rum, 29 ; 35, Fatır, 8.
[22] 2, Bakara, 26, 258, 264 ; 3, Ali İmran, 86 ; Maide, 16, 51, 67, 108 ; A’raf, 88, 144 ; Tevbe, 19, 21, 37, 80, 109 ; Yusuf, 52 ; Ra’d, 27 ; 16, Nahl, 37, 107 ; 35, Kasas, 50 ; Zumer, 3; Mu’min, 28 ; Şura, 13; Ahkaf, 10 ; 61, Saf, 7.
[23] 61, Saf, 5 ; 62, Cuma, 5 ; 63, Munafikun, 6.
[24] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 64.
[25] Tunç, a.g.m, VI, 38 ; Ebu Bekir Seyyid Salih, el-Advau’l-Kur’aniyye fî iktisahi’l-ehâdîsi’l-İsrâiliyyeti ve tathîri’l-Buharî minha, s. 216.
[26] Akbulut, İlk Devir Siyasi ve İçtimai Problemler, s. 292.
[27] W. Montgomery Watt, İslâm’ın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader, (Çev: Dr. Arif Aytekin), Kitabevi, ist, 1996, s. 25.
[28] 2, Bakara, 7 ; 45, Câsiye, 23; 16, Nahl, 108 ; 6, En’am, 46.
[29] 5, Maide, 13.
[30] 6, En’am, 25 ; 18, Kehf, 57.
[31] 6, En’am, 110 ; 9, Tevbe, 117.
[32] 2, Bakara, 88 ; 6, En’am, 25 ; 18, Kehf, 57 ; 17, İsra, 46.
[33] 4, Nisa, 155 ; 9, Tevbe, 93 ; 10, Yunus, 74 ; 30, Rum, 59 ; 40, Gâfir, 35 ; 63, Munafikun, 3.
[34] 2, Bakara, 74 ; 6, En’am, 43 ; 22, Hac, 53 ; 39, Zümer, 22.
[35] 4, Nisa, 155 ; A’raf, 101 ; 16, Nahl, 108.
[36] 10, Yunus, 74.
[37] 40, Gafir, 35.
[38] 45, Casiye, 23.
[39] 47, Muhammed, 16.
[40] 63, Münafikun, 3.
[41] 4, Nisa, 115; 8, Enfal, 53; 13, Ra’d, 11.
[42] 13, Ra’d, 11.
[43] 6, En’am, 110.
[44] 4, Nisa, 155 ; Halis Albayrak, Kur’an’ın Kur’an’la Tefsiri, s. 100.
[45] Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 73.
PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 266004 ziyaretçi (500064 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol