PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Hadis Tenkidi ile Hadis İnkarcılığı Arasındaki Fark

 

HADİS TENKİDİ VE HADİS İNKARCILIĞI 

                                          Doç.Dr. H. Musa BAĞCI  
  
Hadis tenkidi veya eleştirisi ile hadis inkarcılığını ayırt etmek gerekir. Hadisin tenkidi veya eleştirisi demek, sahihini sakîmimden (zayıf ve uydurma) ayırma, iyi ve kötü taraflarını ortaya koyma anlamına gelir. Eleştiri de aynı anlamda olup iyiyi kötüden, sağlamı çürükten, doğruyu yanlıştan ayırmak, daha doğrusu kötü, çürük ve yanlışı eleyerek ayıklamak demektir.[1] Dolayısıyla kelime günlük dilde olumsuz anlamının ağır basmasına rağmen, özünde olumlu bir mana taşımaktadır. Hadis tenkidi, hadisin sahihini sakîminden ayırd etmek, doğrusunu yanlışından ayırmak, Hz.Peygamber’e atfedilen kötü, çürük ve yanlış olan hadisleri ayıklamak anlamındadır.
Hadis inkarcılığı ise hadisleri böyle bir eleme, tenkid ve ayıklama sürecinden geçirme ihtiyacı hissetmeksizin toptan reddetmek anlamındadır. Bir önceki başlıkta da belirttiğimiz gibi ilk asırlarda İmam eş-Şafiî’nin yapmış olduğu tartışmalardan ve bazı kaynaklardan anlaşıldığına göre güçlü bir ihtimalle Haricîlerin bazı kollarının hadisleri tümüyle, Mu’tezile’den bir grubun da sadece haber-i vâhidi (tek kanalla gelen hadisleri) reddettikleri anlaşılmaktadır. Günümüze gelince, bilindiği kadarıyla sünneti toptan reddettikleri söylenen yegane grup Pakistan’daki Ehl-i Kur’an adlı bir gruptur. Bu grubun içindeki kişilerin sünneti toptan red konusunda ittifak halinde olmadıkları, onlardan bazılarının sahihler dışında, bazılarının da mütevatirler dışında kalan hadisleri reddettikleri; ancak marjinal bir grubun hadislerin tamamını reddettikleri ifade edilmektedir.[2] Yalnız bunların da son derece marjinal bir grup olduğunu ifade etmek gerekir. O halde bazı hadislerin tenkidi, eleştirisi ile hadislerin tamamını ve sünneti tamamen reddetmeyi birbirinden ayırt etmek gerekir. Zira bu ikincisi hadis inkarcılığının ta kendisidir. Birincisi ise yani hadislerin tenkidi ve eleştirisi tarihi süreç içinde bütün İslâmî ilimlerle uğraşan alimlerin takip ettikleri bir metottur.
Hadislerin tenkidi konusu, ondört asırlık geçmişimizde bütün İslâm alimleri, makbul olabilecek bir hadiste aradıkları şartların farklı olması sebebiyle, birinin kabul ettiği hadisi diğeri reddetmiş, diğerinin reddettiğini de öbürü kabul etmiştir. Bugün de bir İslâm alimi yaptığı araştırma sonucunda samimi olarak bir hadisin sahih olamayacağı kanaatine varmışsa, ona ancak saygı duymak gerekir. Kaldı ki bir takım hadisleri reddettiği için hadis inkarcısı gibi haksız bir ithama maruz kalanların reddettiği hadislerin sayısına bakınca yüzü biraz geçtiği görülür. Seyyid Salih Ebu Bekir, adı geçen eserinde 100 hadisi, İbn Kuteybe’nin eserinde tartışma konusu yapılan hadisler de 109 konu etrafında yoğunlaşmaktadır.[3]
Herhangi bir İslâm alimi, her hangi bir hadisi reddettiği zaman, onu “hadis inkarcısı” veya “sünnet münkiri” yakıştırmalarla karalamak doğru değildir. Çünkü bir İslâm alimi bir hadisi reddettiğinde bunun anlamı, Hz.Peygamber’in hadisi olduğunu bile bile onu reddiyor demek değildir. Bilakis bu, o alimin, o hadisin Hz.Peygamber’e ait olduğunu reddettiği anlamına gelir. Bu reddedilen hadis isterse geçmiş İslâm alimleri tarafından hadis olarak kabul edilmiş olsun fark etmez. O alimin önceki İslâm alimlerinin kabul ettikleri bir hadisi reddedemeyeceği şeklinde bir itirazda bulunmak da doğru değildir. Binaenaleyh geçmişte veya günümüzde bir İslâm alimi bir hadisi ve belli konudaki hadisleri reddettiğinde yapılacak iş, onun bu konuda haklı gerekçelere dayanıp dayanmadığına, ikna edici delillere sahip olup olmadığına bakmaktır. Haklı gerekçelere ve ilmî delillere dayanmak şartıyla, birinin reddettiği bir hadisi bir başkası kabul veya birinin kabul ettiği bir hadisi bir başkası reddedebilir. Zira bir hadisin Hz.Peygamber’e aidiyetini belirleme işi tamamen içtihada dayalı bir husustur.[4]
Örneğin, İmam Malik, başkalarının delil olarak kullandığı bir çok hadisi Medine’deki uygulamaya (Amelu Ehli Medine) ters düştüğü gerekçesiyle kabul etmemiştir.
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef’inde İmam Ebu Hanife’yi bir çok hadisi kabul etmemesinden dolayı eleştirmiştir.[5] el-Buharî de es-Sahih adlı eserinde Ebu Hanife’nin bir çok görüşünü eleştirmiştir.[6] Buna mukabil Hanefiler de el-Buharî’deki pek çok hadisi kabul etmemişlerdir. Yine fıkıh kitaplarında hadisçilerin reddettiği veya hadis kaynaklarında bulunmayan hadislere de rastlamak mümkündür. Kelam alanında da aynı durum söz konusudur. Kelam kitaplarında delil olarak kullanıldığı halde hadisçilerin uydurma kabul ettikleri pek çok hadis mevcuttur. Tasavvuf edebiyatına gelince, hadisçiler özellikle tasavvufa dair eserlerde mevcut çok sayıdaki hadisi, ya aslı bulunmadığı, ya isnadı olmadığı ya da açıkça uydurma olduğu gerekçesiyle reddetmişlerdir. Bunun örneği, İmam el-Gazâlî’nin İhya-i Ulûmi’d-Dîn adlı eserindeki hadislere yöneltilen eleştiriler oluşturmaktadır. Zira hadisçiler İhya’daki yüzlerce hadisi kaynaklarda aslı bulunmadığı, ya da uydurma olduğu gerekçesiyle açıkça reddetmiştir.
Bütün bunlar karşısında bir hadisi bir fakih, muhaddis, kelamcı veya tasavvufçu bir alim reddettiği zaman, bu hadisi reddeden o İslâm aliminin “hadis inkarcısı veya sünnet münkiri” olduğu söylenebilir mi? Bunu elbette söylemek mümkün değildir. Bu durumda hadis tenkidi yapmış Ebu Hanife, İmam Malik, İbn Ebî Şeybe, el-Buharî, el-Gazâlî, el-Irakî gibi yüzlerce İslâm alimini sırf başkasının kabul ettiği bir hadisi redettiği için hadis inkarcısı olmakla itham etmek gerekir ki bunu kabul etmek, böyle bir iddia da bulumak mümkün değildir.[7] Örneğin Ebu Hanife ve öğrencileri Kur’an’a ve akla aykırı buldukları için bazı rivayetleri eleştirmeleri yüzünden hadisçilerce sahih hadise muhalefetle suçlanmışlardır. Halbuki Ebu Hanife ve öğrencilerinin böyle bir tutum içinde olmaları düşünülemez.[8]
Tarihi süreç içinde rivayetlerin içeriğine yönelik eleştiriler, özelikle fakihler ve kelamcılar tarafından belli ölçülerde sürdürülmüştür. Günümüzde yapılan bilimsel araştırmalarda da bir çok Müslüman ve gayri muslim bilim adamı bazı rvayetleri içerikleri yönünden araştırıp, bunların Hz.Peygamber’e ait olamayacağı sonucuna ulaşmışlardır. Tabiatıyla bu samimi bilimsel çabaların hadis inkarı ve reddiyle bir alakası söz konusu değildir.[9]        
 

[1] Tenkid ve eleştiri kelimeleri için bkz: Mehmet Doğan, Temel Büyük Türkçe Sözlük, s. 222, 760.
[2] Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 120
[3] Kırbaşoğlu, a.g.e, s. 121.
[4] Kırbaşoğlu, a.g.e, s. 122-123.
[5] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, Beyrut, 1989, s. 277-325
[6] Hilmi Merttürkmen, Buharî’nin Ebu Hanife’ye İtirazları ve Aralarındaki İhtilaflar, (Basılmamaış Doktora Tezi, A.Ü. İslâmî İlimler Fakültesi, Erzurum).
[7] Kırbaşoğlu, a.g.e, s. 124-125.
[8] İsmail Hakı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, s. 66-81.
[9] Ünal, Hadis, s. 109.
PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265973 ziyaretçi (500027 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol