PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  DİYARBAKIR'IN BİLİNMEYEN/ÖTEKİ YÜZÜ

 

DİYARBAKIR'IN BİLİNMEYEN/ÖTEKİ YÜZÜ
 
Muhterem Misafirler!
Bugün bu toplantımızda Allah'ın Kur'an'da "salih bir kuldu", "iyilerdendi" ve "sabırlıydı" şeklinde erdemli davranışlarından sitayişle bahsettiği Hz.Elyesa ve Hz.Zulkifl ( a.s)'ın hayatlarından bahsederek onları yad edeceğiz. Eğil kendi çapında Peygamberler kentidir. Gerçekten Eğil halkı olarak burada yaşamak bir ayrıcalıktır. Siz bu ayrıcalığı yaşıyorsunuz. Eğil de yaşamak, Peygamberlerin dizinin dibinde yaşamak ve onlara komşu olmaktır. Ayrıca genel anlamda Diyarbakır şehir olarak Anadolu kapılarını İslâm`a açan ilk kenttir. Peygamberimizin vefatının üzerinden 6- 7 yıl geçmişken İslâm"la şeref bulan bir kenttir.
Aslında sizler bu toplantıya gelerek Hz.Zülküf'ün Hz.Elyesea'nın sabrından, iyliklerinden ve rahmete kavuşma gibi erdemlerine talip oldunuz. Onların örnek hayatlarını öğrenmek ve yaşamak için buradasınız. Allah hepimizi bu Peygamberlerde var olan erdemli davranışlara sahip olmayı ve onları gereği gibi örnek almayı bizlere nasip eylesin. 
 
Cuma, 09 Şubat 2007
Peygambere Olan İhtiyaç ve Peygamber Gönderilmesindeki Hikmet
Peygamberler insanların yollarını aydınlatan birer meş'aledir.
    İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere ihtiyacı vardır. Her ne kadar insan yaratılırken akıl, bilinç, idrak, seçme imkanı gibi birtakım yeteneklerle donatılmış ve bu yetenekler sayesinde kendisi, çevresi ve diğer yaratıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar sınırlı ve kendi gücü oranındadır. İnsanın gücünü aşan konularda ve yeterli olamadığı hususlarda yahut da gücü dahilinde olup da dış çevrenin olumsuz etkisiyle gerçeğe ulaşamadığı hususlarda elinden tutulması ve yolunun aydınlatılması gerekmektedir. İşte yarattığı insanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah, hikmetinin, lütuf ve yardımının bir sonucu olarak insanlara peygamberler göndermiştir. Bunun dışında insanların peygamberlere ihtiyaç duymalarının sebepleri arasında şunları söylemek mümkündür:
1.     İnsanın tek başına aklı da onun yaratılışındaki gayeyi idrak etmesi ve doğru yolu bulmasına yeterli değildir. İnsanlar kendi akıllarıyla Allah'ın varlığını, birliğini anlayabilirlerse de, bunun ötesinde O'na ait birtakım yüce sıfatları tamamen anlayamazlar. Allah’a nasıl ibadet edileceğini, ahiretle ilgili durumları dosdoğru bilemezler. Bunların normal ilim yolları ile bilinmesine imkân yoktur. En kısa ve pürüzsüz bir yoldan giderek dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmak, fikir ve ahlak yönüyle yükselmek, ancak peygamberlerin öğrettiği buyrukları yerine getirmekle mümkün olabilir. İşte yüce Allah, insanların bu ihtiyacını gidermek için peygamberler göndermiştir.
2.     Eğer peygamber gönderilmemiş olsa insanlar, gerçek, iyi, doğru ve güzeli bulmada, faydalı ve zararlıyı ayırt etmede zorlanacaklar, bunun için çok zaman harcayacaklar, çoğu zaman da bu konuda duygularının, geleneklerinin, geçici arzu ve isteklerinin baskısı altında kalacaklar, Çünkü, bencillik, nefis ve hevâları, onları hak ve hayırlardan alıkoyar, rezalet, ahlâksızlık, zulüm gibi batıl ve şerlerin peşlerinde koşarlar, adeta ormanlarda yaşayan iptidai ve vahşi insanlar gibi olurlardı. gerçek doğru ile pratik yararı birbirine karıştıracaklar, isabetli karar veremeyeceklerdir. İşte bu ve benzeri sebeplerle Allah rahmetinin bir sonucu olarak peygamberler göndermiştir: "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik"(el-Enbiya 21/107).
3.     Allah, insanları bu dünyada imtihan için yaratmıştır. Eğer, Allah Teâlâ, insanlara tekliflerini tebliğ edecek, iyilik yapanları müjdeleyici, kötülük yapanları azabından korkutucu resul ve nebilerini göndermemiş olsaydı, onların Allah'a karşı ileri sürecekleri delil ve bahaneleri olur; hakka irşâd olunmadıkları için küfür ve işledikleri çeşitli günahlardan dolayı mâzur tutulmaları lazım gelirdi. Halbuki Allah, işledikleri türlü türlü ma'siyetlerden dolayı insanların kendisine karşı ileri sürecekleri bir özür ve delilleri olmasın diye peygamberler göndererek onlara hüccetini tamamlamıştır "Biz müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki artık peygamberlerden sonra insanların, Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın...” (en-Nisa 4/165).
4.     İnsanlar; ferd ve toplumlarını ıslah edip ahlâk ve fazilette yükseltmede örnek alınacak ve örnek olacak, her bakımdan doğru dürüst bir eğitici ve terbiyeciye muhtaçtırlar. Islahatçı bilgin ve filozoflar ise günahlardan masum değildirler. Çok defa da kendi kafalarından koydukları kanun ve felsefelerine bağlı kalarak iyi örnek olamazlar. Bu hususlarda da yüzlerce hataların içerisine düşerler. Sadece peygamberler masumdurlar. Tebliğ ettikleri bilgileri kendi nefislerinde yaşayarak güzel örnek olurlar. Onlar her türlü günahlardan korunmakta Allah'ın yardımına mazhar olmuşlardır.
Rasul ile Nebi Arasındaki Fark Nedir?
Ehl-i sünnet kelamcılarının çoğu resul ile nebi arasındaki farkı şu şekilde belirtmişlerdir: Resul; Allah'ın kendisine vahy ederek tebliğe memur ettiği ve kendisini kitab ve yeni bir şeriatla gönderdiği kimsedir. Veya resul, Allah'ın emrine muhalefet edenlere bilmedikleri ilahî hükümleri veya tamamen unutulmuş bir şerîatı getiren, veyahut, geçmiş şerîattan insanların riayet etmeyerek unutup kaybettikleri kısımları ihya ederek tebliğ eden kimsedir.
Nebi ise, Allah'ın kendisine vahyettiğinden insanları haberdar eden kimsedir ki; kendisine ait müstakil bir şeriatı olmayıp, önce gönderilen peygamberin şeriatı ile hükmeden ve insanlara bunu açıklayan ve bu şeriata uymalarını emretmekle mükellef olandır. Bu bağlamda Elyesea ve Zülküf Peygamberler Nebi kategorisine girmektedirler. Zira Onlar Hz.Musa'nın şeriatini tebliğle memur olmuş prygamberlerdir.
Kur'an'da Peygamber Kıssalarının Anlatılmasının Amacı Nedir?
Kur’ani bir kavram olarak "Kıssa" veya aynı anlamda "Kasas" denildiğinde şunları anlamaktayız: Allah’ın insanlara ve cinlere gönderdiği en son ve en mükemmel mesajı ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’in;" And olsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır. Kur’an uydurulabilen bir söz değildir. Fakat kendinden önceki kitapları tasdik eden, inanan bir millete her şeyi açıklayan, doğru yolu gösteren bir rehber ve Rahmettir." (Yusuf:111), "Muhakkak ki, bu Kur’an, Hak ile Batıl’ı ayıran ilahi bir Kelamdır. O bir eğlence vasıtası değildir." (Tarık:13-14) mealindeki ayetleriyle kendisine yalan ihtimali ve hayalin karışması dahi mümkün olmayacak bir tarzda tarihin derinliklerinde vuku bulmuş ve kaybolmuş, unutulmuş veya bir kısım izleri insanlığın hafızasında mevcudiyetini koruyabilmiş olayların; muhataplara, adeta olaylara yeniden bir canlılık vererek anlatılması, açıklanmasıdır.
Ancak, Kur’an insanlara kronolojik ve sistematik bir tarih bilgisi aktarımı yapan bir tarih kitabı olmadığından dolayı, olaylar anlatılırken zaman, mekan ve kişilerle ilgili ayrıntılara girilmemiştir. Bilakis; özellikle Kur’an’ın bir hidayet rehberi olması sebebiyle, muhataplarını Hak yola irşat ve tenvir edip, batıldan sakındırıp uzaklaştıracak kısımlar anlatılmıştır. Şüphesiz ki bu tür bir anlatım biçimi de Allah’ın tüm zaman, mekanı ve olayları kuşatıcı (muhit) ilmiyle, olayı vuku buluş biçiminde herhangi değişiklik, takdim ve tehir yapılmadan ve Kur’an’ın icaz ve üslubuna paralel olarak muhatapların ibret ve tefekkürlerine sunulmasıdır.
Kur’an-ı Kerimde kıssalar tamamen birtakım dini ve ahlaki amaçlara yönelik olarak anlatılmıştır. Mesela nasihat ve öğüt verme, ibret, irşat, hidayet, uyarma, sakındırma, özendirme (Terhib ve Terğib) ve müjdeleme gibi hususlara dikkat çekmek ve insanın nazarını bu konulara yoğunlaştırmasını sağlamak, Kur’an kıssalarının temel amaçları arasında yer alır. Nitekim Yusuf kıssasını anlatırken, "Elbette onların  hayat hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. (Bu Kur’an) uydurulacak bir söz değildir; ancak kendilerinden öncekilerin doğrulanması, her şeyin açıklanması ve inananlar için bir kılavuz ve rahmettir." (12/111) buyurulmaktadır.
Ayrıca vahiy ve peygamberliğin ispatı Allah’ın varlığını ve birliğini ispat, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlere gönderilen dinlerin temelde aynı esaslarda birleştiğini anlatmak, uyarma, müjdeleme, Allah’ın gücünün ve kudretinin büyüklüğünü gösterme, hayra teşvik, kötülüklerden kaçınma, zorluklar karşısında sabır, verilen nimetlere şükür, iyilerin mükafatlandırılması, kötülüğün cezalandırılması vs. gibi birtakım ahlaki gayeleri içine almış ve bunların ifadelendirilmesi için anlatılmıştır.
ELYESA ALEYHİSSELÂM
Elyesa' (a.s.)'ın ismi Kur'an'da iki defa geçmektedir. "İsmaile, el-Yesea'ya, Yunus'a ve Lut'a hidayet (Peygamberlik) verdik. Onların hepsi hayırlı insanlardandır. (el-En'âm, 6/86)
(Ey Muhammed!) Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim, İshak ve Ya'kub'u da an. Biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim katımızda şeçkin, iyi kimselerdir. " "İsmail'i Elyesea'yı, Zulkifl'i de an. Hepsi iyilerdendi." (Sa'd, 38/48).
Elyesea Peygamberdi, Alemlere üstündü. İyilerdendi.
Ahd-i Atık'te de Elîşa' şeklinde zikredilmektedir (Ahd-i-Atık, I. Kırallar, XIX, 16, 17, 19). İslâm kaynakları ondan Elyesa' b. Uhtûb ismiyle bahsederler.
Bu son ayette once İbrahim, İshak, Yakup'tan bahsedilmekte daha sonra İsmail, el-Yesea ve Zülkifl sıralanmaktadır. İshak İbrahim'in oğludur. Yakup da İshak'tan olan torunudur. Bunlar İsrailoğullarının kökü olduğu için bunlar bir arada sıralanmıştır. İsmail de Hz.İbrahim'in oğludur. Fakat İsrailoğullarının atası değildir. İsmail Kureyş Araplarının atası olarak bilindiği için ayrı anılmıştır.
Elyesea, İlyâs (a.s) sonra gönderilmiştir. Her ikisi de Mûsâ aleyhisselâmın dinini yaymakla vazifelendirilmiş nebi idiler. İlyâs aleyhisselâm, İsrâiloğullarını Allahü teâlâya imâna ve ibâdete çağırdı.
Onlara şöyle dedi: Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Yartanların en iyisi olanı bırakıp da Ba'l putuna mı taparsınız ? Allah sizin de Rabbınızdır babalarınızın da Rabbıdır." (34 Saffat, 124-126) Bütün bu uyarılara rağmen "Onlar İlyas'ı tekzib ettiler" (34, Saffat, 127)
Onu dinlemediler, hattâ memleketlerinden kovdular. Ba'l adındaki puta tapmaya ısrarla devâm ettiler. Bu isyânları ve azgınlıkları sebebiyle, Allahü teâlâ onlar üzerine belâ ve musibet gönderdi. Çeşitli sıkıntılarla cezâlandırıldılar. Memleketlerinden bereket kaldırıldı.
Yağmur yağmaz oldu, kıtlık başgösterdi ve mahsûl alamadılar. Yiyecek bulamaz oldular. Açlıktan leş yemeye başladılar. Sonunda İlyâs aleyhisselâmı bulup, nasihatını dinlediler. İmân ettikleri için, üzerlerinde belâlar ve musibetler kaldırıldı.
Bir müddet sonra, tekrar dinden dönüp puta tapmaya ve çeşitli günahları işlemeye başladılar. Küfürde ısrâr edip, imân etmeye bir türlü yanaşmadılar. İlyâs aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle Ba'lbekk'te yaşayan bu kabile arasından ayrılıp gitti. Başka beldelerde yaşayanları, Allahü teâlâya imân ve ibâdet etmeye dâvet etti.
Bu dâvetleri sırasında uğradığı bir belde halkı tarafından çok sevilip, orada kalması istendi. Bunun üzerine bir müddet kaldı. Bu sırada ihtiyar bir kadının evinde misâfir olmuştu. bu kadın Elyesa aleyhisselâmın annesiydi. Elyesa aleyhisselâm, o sırada genç olup hastaydı. Annesi, İlyâs aleyhisselâmdan, oğlunun sıhhate kavuşması için duâ istedi. İlyâs aleyhisselâm da duâ etti. Elyesa (a.s) hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu. Bundan sonra İlyâs aleyhisselâmın yanından hiç ayrılmadı. Ondan Tevrât'ı öğrendi. İlyâs (a.s) sonra Elyesa (a.s), Allahü teâlâ tarafından peygamber olarak görevlendirildi.

Elyesa (a.s), İsrâiloğullarının ıslâhı için uğraştı, tebliğ vazifesi yaptı. Azgınlık ve taşkınlıklarını günden güne arttıran bu kavim, Allahü teâlânın kendilerine gönderdiği kitâbın gösterdiği yoldan ayrıldı. Kabileler, devletin başına geçmek yarışına girdi. Aralarındaki ayrılık ve başka memleket meseleleri yüzünden birbirilerine düştüler. İsrâiloğulları arasındaki fitnenin kavga ve çekişmelerin sonu gelmez oldu. Nihâyet Allahü teâla üzerlerine Asûr devletini musallat kıldı. Esir olup zelil ve perişan bir hayat sürmeye başladılar.
Tevhîd düşüncesini yerleştirdikten sonra ruhunun alınmasını niyâz eden Elyesa' (a.s.)'ın bu duası kabul olundu ve o, yerine halef olarak Zü'l-Kifl (a.s.)'ı bırakarak vefât etti.
 
EĞİL'DE ELYESEA PEYGAMBER
Yapılan araştırmalara gore M.Ö. 1200 senesinde yaşamıştır. 850 seneden beri burada yaşayan bilim adamları tarafından Eğil'de bulunan kabrin Elyesea peygambere ait olduğu ifade edilmekte ve kufi yazı vb. arapça kitabeler bu kabrin Elyesea Peygamber'e ait olduğunu göstermektedir.

Hz. ZÜLKİFL (a.s)

Kur'ân'da adı geçen peygamberlerden biridir.
Yüce Allah Eyyûb (a.s)'in kıssasını arzettikten sonra, peygamberlerinden bazılarını anmış ve onları övmüştür. İnsanları tevhide çağıran, Allah'ın sevgi ve övgülerini kazanan bu peygamberden biri de, Zülkifl (a.s)'dir. Bu konudaki âyetlerin meâli şöyledir:

Kur'ân'da iki yerde kendisinden bahsedilmektedir: "İsmâil, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da an. Onların her biri sabredenlerdendi. Onları rahmetimize soktuk. Şüphesiz onlar salih olanlardandı" (el-Enbiyâ, 21/85, 86). Diğer bir ayette "İsmail'I Elyesea'yı, Zulkifl'I de an. Hepsi iyilerdendi." (38, Sa'd, 48).
Zulkifl (a.s): Sabırlıydı. Rahmete kavuşmuştu. İyilerdendi. Kur'an'da bu niteliklerle anılmak; kendisinin üstün kişiliğini, Allah katındaki mevkiini, büyüklüğünü ifadeye yeter.

Âyette geçen "Zülkifl" adı değil lakabıdır ve "nasib ve kısmet sahibi" anlamına gelir. Fakat burada dünyevî zenginliği değil, onun üstün kişiliğini ve âhiretteki derecesini kastetmek için kullanılmıştır. Onun gerçek adı hakkında çok farklı rivayetler vardır. Yahudiler O'nun, İsrailoğullarının esâreti sırasında peygamber tayin edilen ve vazifesini Habur ırmağı yakınlarında bir bölgede yapan Hezekiyel olduğunu iddia etmişlerdir. Âlimlerin bir kısmı da onun Eyyub (a.s)'ın kendisinden sonra peygamber olan Bişr adındaki oğlu olduğunu söylemişlerdir. Fakat bu görüşlerin hiç biri kesinlik derecesine sahip değildir.
 
Zülkifl (a.s)'ın peygamber olmadığı söyleyenler olmuşsa da, âlimlerin ekseriyetine göre peygamberdir ve makbul olan görüş de budur (el-Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire 1967, XI, 327 vd.; el-Alusî, Ruhu'l-Meânî, Beyrut t.y., XVII, 82; el-Mevdudî, Tefhimu'l-Kur'ân, İstanbul 1991, III, 327).

Taberî'de yer alan bir rivayete göre Zülkifl (a.s) Şam'da otururdu. Oradaki halkı Allah'a inanmaya, O'na ibadet etmeye ve dürüst bir şekilde yaşamaya çağırdı ve orada vefât etti (et-Taberî, Tarih, Mısır 1326, I, 167).
 
EĞİL'DE ZÜLKÜF PEYGAMBER
 
Zülkifl Peygamberin mezarının Kudüs, Şam bitlis Ergani de olduğu şekinde rivayetler vardır (M. Cengiz yıldız, Bir İnanç Mekezi olarak Eğil, s. 1) Zülkifl'in mezarı Eğil'de, makamı ise Ergani de olduğu ifade edilemektedir.
1518 ve 1530 Osmanlı tahrir defterlerinde Bagür ve Ruzbegü köy ve mezralarının Zülküf Nebi zaviyesine vakfedildiği yazlıdır. 1801-1802 Diyarbekir salnamesinde birim belirtilmeden 5400'lük bir gelirinin olduğundan bahsedilir. 1886 senesi Diyarbakır'da vali olan Arif paşa seyehatnamesinde buraya hizmet eden 4-5 aileden söz edilmektedir. Şemseddin Sami "Kamusu'l-A'lam" adlı eserrinde Ergani'de kalenin üzerinde Zülküf Peygamber makamının bulunduğunu ifade etmektedir.(1889).
12. yüzyılda Diyarbakır'a gelen Ebu Bekir el-Herevi "Kitabu'l-İşarat İla Ma'rifeti'z-Ziyarat" adlı eserinde Eğil kalesinde Zülküf Peygamberin kabrini ziyaret ettiğini söylemektedir.
Ergani'de çocuğu olanlar erkeklere zülküf, kızlara zülfiye ismini verirler. 1996 yılındaki telefon rehberinde 180 Zülküf 1 zülfiye ismine rastlanmıştır. Bu halkımızın Zülküf peygambere olan sevgisini göstermesi bakımından son derece önem arz etmektedir.
 
 
HZ. SÜLEYMAN ve VEZİRİ/KATİBİ HARUN ASEFİ
 
Hz. Süleyman saltanatlı ve azametli bir peygamberdir. Onun hükümdarlığı bugünkü Filistin, Ürdün'ün tamamını ve Suriye'nin bir bölümünü içine almakta idi. Süleyman (a.s)'ın en önemli özelliklerinden birisi, Cenab-ı Hakkın verdiği bir takım mucizelerden toplum hizmetinde ve yönetiminde yararlanmasıdır. Kuşların dilini bilmesi, (en-Neml, 27/16.) insan, cin ve kuşlardan ordu toplaması, (en-Neml, 27/17.) rüzgârın gücünden yol katetmede yararlanması, (Sebe', 34/12; el-Enbiyâ, 21/81) bu mucizeler arasında sayılabilir.
 
Hz. Süleyman'ın adının geçtiği her yerde Sebe' Melikesi'nin adı da hatırlanmaktadır. Bilindiği gibi Yemen'deki Sebe' devleti, Melike Belkıs tarafından yönetilmekte idi. Hz. Süleyman'ın Belkıs'la karşılaşması şöyle olmuştur: Süleyman (a.s) Filistin'de Beyt-i Makdis'i inşa ettikten sonra, hac için Harem-i Şerife gider. Hicazdan Yemen tarafına yönelir. San'a'ya kadar gidip, orada konaklar, fakat su bulamaz. Bu arada kılavuzluk yapan ve suyun yerini haber verecek olan Hüdhüd kuşu kaybolmuş ve kılavuzluk işi aksamıştı. Ancak Hüdhüd Sebe' Melikesi Belkıs'ın beldesine ulaşmış ve Süleyman'a ondan haber getirmişti. Kur'an'da bu haber şöyle belirtilir: "Hüdhüd dedi: Onlara hükümdarlık eden, kendisine herşey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar." (en-Neml, 27/23, 24.)
Süleyman (a.s) haberin doğruluğunu anlamak için bir mektup yazıp Hüdhüd kuşu ile Belkıs'a gönderdi ve tepkilerinin ne olacağını bir kenardan izlemesini bildirdi. Melik'e mektubu alınca danışma kurulunu topladı ve Hz.Süleyman'dan Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile başlayan önemli bir mektup aldığını ve Süleyman'ın kendisine itaat edilmesini istediğini bildirdi. (en-Neml, 27/27-31.)
Sebe' Melikesi ile danışma kurulu arasında geçen konuşmalar Kur'an-ı Kerîm'de şöyle bildirilir: "Sonra Melike dedi: Ey Devlet büyükleri! Bana ne yapmam gerektiği konusunda yol gösterin. (Bilirsiniz ki), siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam. Onlar şu cevabı verdiler: Biz güçlü savaşçı kimseleriz, Buyruk senindir, ne dersen onu yaparız." (en-Neml. 27/32, 33.) Belkıs'ın şiddete başvurmazdan önce problemi sulh yoluyla çözme isteği Kur'an'da şöyle belirtilir: "Melike dedi: Hükümdarlar bir ülkeye girince, orayı perişan ederler ve toplumun önderlerini küçük düşürürler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Bu yüzden onlara elçilerle bir hediye göndereyim de, bakalım elçiler nasıl bir sonuçla dönecekler?" (en-Neml, 27/34, 35)
Süleyman (a.s), Belkıs'ın elçilerini geri çevirdi ve teslim olmadıkları takdirde Sebe' ülkesini işgal edeceklerini bildirdi. Bu arada Süleyman (a.s) Belkıs'ın ünlü tahtının bir mucize eseri olarak kendi sarayına getirilmesini istedi, ifrit adlı bir cin, bir kimse oturduğu yerden kalkmadan tahtı getirebileceğini, yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse ise, göz açıp kapayıncaya kadar tahtın önlerinde hazır olabileceğini söyledi. Gerçekten o sırada San'a'da veya başka bir rivayete göre Şam yöresinde bulunan Süleyman (a.s)'ın yanına Melike'nin tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirildi. (en-Neml, 27/35-40.)
Tahtı getiren kişi Abdullah b. Mes'ud'a (Ö. 32/652) göre Hızır (a.s) (Alûsî, Rûhu'l-Meânî, X, 203.) İbn Abbas'a (Ö. 68/687) göre ise Süleyman (a.s)'ın veziri Asaf b. Berhıyâ (Harun el-Asefî) idi. Asaf, dosdoğru (sıddîk) bir kul olup, kendisi ile Yüce Allah'tan bir şey istenince verilen, dua edilince kabul olunan "Allah'ın en büyük ismi (ism-i azam)"ni biliyordu. Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermişti. (el-Kurtubî, a.g.e, XIII, 136; es-Sûyûti, ed-Dürrû'l-Mensûr, VI, 360; Elmalılı, a.g.e, VI, 142,143.)
Hz. Âişe'den (Ö. 57/676) nakledilen şu hadis de bunu destekler: "Asaf b. Berhıyâ'nın kendisi ile dua ettiği, Allah'ın en büyük ismi (ism-i a'zam), "yâ hayy yâ kayyûm (ey diri olan ve herşeyin kendisi ile ayakta durup varlığını sürdürdüğü Yüce Allah)" ifadeleridir. (bk. Tirmizî, Deavât, 64; İbn Mâce, Dua, 9; Dârimî, Fadâilü'l-Kur'ân, 14,15; A. b. Hanbel, VI, 461; el-Kurtubî, a.g.e. XIII. 136.)
 Fahreddîn Razî (Ö. 606/1210) tahtı getirenin bizzat Süleyman (a.s) olduğunu söylemiştir. "Yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse" ifadesi onun durumuna uygun düşüyorsa da, çoğunluk bilginler, bu kişinin bizzat Hz. Süleyman olmayıp, adamlarından birisinin olmasını âyetlerdeki ifade üslûbuna daha uygun düştüğünü söylemişlerdir. (Fahru'r-Râzî, Mefatihu'l-Gayb, XXIV, 197,198; el-Kurtubî. a.g.e., XIII, 136; Elmalılı, a.g.e., VI, 143.)
Tahtın bir anda fizik olarak başka bir yere nakledilmesi günümüzde yapılan "ışınlama" yolu ile nakil çalışmalarına ışık tutacak niteliktedir.
Belkıs daha sonra adamlarıyla Filistin'e gelmiş, Hz. Süleyman'ın kurduğu göz kamaştıran medeniyet ve sarayında ilahi dinin güç ve ihtişamına hayran kalmıştır. Çünkü billur bir saray ve girişinden meydanlığa kadar büyük bir havuz yapılıp içine su salınmış, yine içine balık vb. deniz hayvanları konulmuş ve üzeri şeffaf bir kristalle kaplanmıştı. Gerçeğine o kadar benzemişti ki, suya girdiğini sanan Melike, ıslanmasın diye eteklerini toplamıştı. Belkıs'ın bu harika manzara ve olağanüstülükler karşısındaki dua ve teslimiyeti âyette şöyle bildirilir.

"Rabbim, ben kendime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (en- Neml, 27/44; bk.el-Kurtubî, a.g.e., XIII, 138, 139.)
 
DİYARBAKIR PEYGAMBERLER, SAHABİLER VE EVLİYA KENTİ
DİYARBAKIR’DA 1467 YILDIR EZAN OKUNUYOR
Diyarbakır’da İslam ordusunun fethinden bugüne kadar ezan sesi hiç dinmedi. Ve bir daha hiçbir zaman düşman işgaline uğramadı. Diyarbakır`da olmak Peygamberimizin dizine yakın olmaktır." Diyarbakır`ın İslâm`a Anadolu kapılarını açan kenttir. Hep İslâm kenti olmuştur. Sahabiler kenti, Nebiler kenti, evliyalar kenti. Burada yaşamak bir ayrıcalıktır. Siz bu ayrıcalığı yaşıyorsunuz. Anadolu kapılarını İslâm`a açan bir kent. Peygamberimizin vefatının üzerinden 6- 7 yıl geçmişken İslâm"la şeref bulan bir kent. O günden bu güne hep İslâm kaldı. İslâm şehirleri içerisinde beşinci mevkiiyi aldı. Beşinci harem burada.. Diyarbakır`da olmak Peygamberimizin dizine yakın olmaktır. Burada olmak medfun bulunan 40`lar ile sahabinin ruhuna karışmak demektir.
"Bu güzel şehrin çocukları Muhammedi denilen güllerin yetiştiği bahçelerde yetişmişlerdir. Bu şehrin sembolü Muhammedi güldür. Diyarbakırlılar yüce Peygamberine böylesine büyük bir tutkuyla aşıktır."
Mekke’nin fethedilmesinin üzerinden henüz 9 yıl geçmişti. Halife Hz. Ömer’in (ra) görev verdiği komutan İyaz bin Ganem ve Halid bin Velid, 8 bin kişilik İslam ordusu ile Kuzey Mezopotamya’ya doğru ilerliyordu. Ordunun içerisinde sahabilerden oluşan bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu. Diyarbakır Kalesi önüne gelinmişti. Bizans İmparatoru Heraklius yönetimindeki bölgede kuşatma beş ay sürdü. İyaz bin Ganem, Mardinkapı’yı; Said bin Zeyd, Urfa Kapı’yı; Muaz bin Cebel, Dağ Kapı’yı; Halid bin Velid, Yenikapı’yı tutmuştu. Halid bin Velid, sur dibinde gizli su deliğini bulmuş ve bunu genişleterek içeri girebileceğini keşfetmişti. Şehre menfezden ilk giren Halid bin Velid oldu. Beraberinde otuz kadar sahabe daha şehre girmeyi başardı. Yanlarında kılıç ve hançerlerinden başka silahları yoktu. Komutan Halid’in adamlarından on kişi kilitlerini ve zincirlerini kırıp kapıyı açtı. Böylece Amed şehri yani Diyarbakır 639’da fethedilmiş oldu.
 
Fetih sırasında Peygamberimiz’in arkadaşları olan 27 sahabe bir bölgede, 13 sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit oldu. Yaralanan Sultan Sasa’nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte bölgeye toplam 41 sahabe defnedildi. Diyarbakır’da 30 sahabe mezarının kesin olarak yerleri biliniyor. Ancak daha sonra şehirde kalan ve soylarını devam ettirenlerle birlikte toplam 541 sahabe ve tâbiînin kabrinin bulunduğu belirtiliyor. Kentte halen sahabe torunu olduklarını belgeleyebilen, şecere tutan aileler var. Kentte 6 peygamberin kabri, 3 peygamberin ise makamının bulunduğu ifade ediliyor. Sahabe kabirlerinin sayısı bakımından Mekke ve Medine’den sonra üçüncü sırada yer alan Diyarbakır’ı Kudüs, Suriye ve Irak’ın takip ettiği ileri sürülüyor.
Ashab-ı Kehf’in Lice ilçesinde olduğuna kesinlikle inanılmakta ve ashab-ı kehfe olan sevgiden dolayı ilçede 168 kişiye Yemliha ismi verildiği ve 12 kişiye de ashab-ı kehf'in köpeği Kıtmir'in ismi verildiği ifade edilmektedir.
Hz. Elyesa (as) ve Hz. Zülküf’ün (as) burada bulunması, Hz. İlyas’a (as) peygamberliğin bu şehirde verilmesi, Hz. Yunus’un (as) Fis kayasında 7 yıl kalması tarihi gerçekler olarak ifade edilmektedir.
 
DİYARBAKIR’IN ÖTEKİ/BİLİNMEYEN YÜZÜ

1. Diyarbakır’da 30’unun mezarı belli 541 sahabe ve tâbiîn yatmaktadır.
2. Eğil’de isimleri Kur’an-ı Kerim’de geçen Hz. Zülküf, Hz. Elyesa, Hz. Süleyman’ın kâtibi Harun’u Asefi, Nebi Zennun (Hz. Yunus), yatmaktadır. Hz. Danyal ile ilgili güçlü veriler vardır.

3. Ergani Otluca (Kızılca köyünde) Hz. Şit’in oğlu Hz. Adem’in altıncı göbek torunu Hz. Enuş yatmaktadır.

4. Fis Kayası’nda Yunus Peygamber’in makamı, Ergani’de Zülküf Peygamber’in makamı vardır.

5. Ulu Cami beşinci Harem-i Şerif’tir. (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa, Halilurrahman Camii, Şamdaki Emeviyye Camii)

6. Hani’de yeni ismi Duru olan Derkam (Deyrur Rakim) köyünde Ashab-ı Rakim, Lice Yencülüs Dağı’nda Ashab-ı Kehf’e ait mağaralarla ilgili belgeler son derece güçlüdür.
Anlatılmayı ve anlaşılmayı bekleyen bir tarih hazinesi olduğu belirtilen Diyarbakır’ın terör ve kapkaçla anılmasının çok acı bir durumdur. “Diyarbakır anıldığı gibi değil. Kamuoyundaki imajını hak etmiyor. Tabiî ki içerisinde yanlış yapanı var. Görünen o ki meydan onlara bırakıldı. Vatanını milletini seven insanların da hatası var. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Diyarbakırlılara büyük görev düşüyor. Kendilerini neden biz bu hale düştük diye sorgulamalılar. Bölge için teşhis konulmalı ve tedavi yöntemleri geliştirilmeli herkes üzerine düşen görevi yapmalı ve bu fırtınayı dindirmeliyiz. Bu şehirde ezan daima okunacak. Dünya durdukça bayrağımız bu bölgeden inmeyecektir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265868 ziyaretçi (499879 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol