PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Hz.İsa'yı Gökten İndiren Hadisleri Tenkidi

Hz. İsa'yı (as) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi

 

M. HAYRİ KIRBAŞOĞLU

 

PROF. DR., ANKARA Ü. İLAHİYAT FAK.

 

Giriş     

 

Toplumsal taleplerini gerçekleştirmede başarısız olan kitleler, ya isyan veya sosyal patlamalar ya da başarının/zaferin ilahi yardim sayesinde gerçekleşmesini bekleme şeklinde tepki gösterirler; ki, bunlardan ikincisinin adı, kısaca, 'Mesihçiliktir. insanlık tarihi her iki şekildeki toplumsal tepkilerin sayısız örnekleriyle doludur. Bunlardan ikincisi, yani ilahi bir yardım ve bu yardım aracılığıyla gerçekleşecek ilahi kurtarıcıyı beklemek; İslam dünyasında  Emeviler döneminde başlayan genel toplumsal huzursuzluklardan itibaren günümüze kadar etkili olmuş, canlılığını korumuştur. İslam kültüründe beklenen bu kurtarıcının adı Mehdidir; ancak Mehdi kadar ön plana çıkmayan bir başka kurtarıcı daha vardır ki, o da Mesih, yani Hz. İsa’dır. Hz. İsa'nın ölmediğine, öldürülmediğine, bilakis onun Allah tarafından göğe yükseltildiğine inanan Müslümanlar; onun, Mehdinin zuhurunun akabinde, Şam'daki Umeyye Camii'nin doğusundaki beyaz minareye ineceğine ve Deccal'i öldüreceğine, sonra Mehdinin arkasında namaz kılacağına, Muhammedi Şeriata tabi olacağına, inişinden kırk gün sonra vefat edeceğine, cenaze namazının Müslümanlar tarafından kılınacağına ve Hz. Peygamberin kabrinin yanma defnedileceğine de inanırlar. Kitleleri yüzyıllarca etkisi altına almış olan bu inanç, gerek geçmişte, gerek son birkaç yüzyılda tartışma konusu yapılmış ve bazı kesimlerce reddedilmişse de, bu eleştirel yaklaşım hiçbir zaman toplumlara egemen olamamıştır.

 

Gerek Mehdi, gerekse Mesih konusunda, İslam tarihi boyunca çokça yazılıp çizilmiştir.1 Ayrıca bugün de Doğuda ve Batıda, Mehdi veya Mesih olduğunu iddia edenler çıkabilmektedir; dolayısıyla, konu canlılığını hala korumaktadır. Diğer yandan M.S. 2000 yılında bulunmamız münasebetiyle, özelde Mesih, genelde Hz. İsa ve Hıristiyanlık üzerine birtakım yayınlar da yapılmaktadır. Millenium gibi münasebetlerin toplumlardaki Mesih beklentilerini depreştirdiği de göz önüne alınınca, bu konunun ele alınmasının faydadan hali olmayacağı düşüncesiyle biz, burada üzerinde çok yazılıp çizilmiş olan Mesih’in nüzulü/inişi konusunu irdelemeye çalışacağız

 

İncelemeye çalışacağız dedik; çünkü, gerek klasik, gerek modern dönemde; gerek Batıda, gerek Doğuda bu konuda o kadar çok eser yazılmıştır ki, bu eserlerin konuyla ilgili malzemeyi tamamen ortaya koyduğu, malzeme olarak saklı-gizli pek fazla -belki de hiç- bir şey kalmadığı rahatlıkla ifade edilebilir. Bu noktada -irdeleme dışında- yapılacak her bilimsel 'inceleme, geçmişte söylenenlerin tekrar edildiği birçok esere, bir yenisini ilave etmekten fazla bir anlam ve değer taşımayacaktır. İslam dünyasının ise, içinde bulunduğu şartlarda böylesi bir zaman ve entelektüel enerji israfına tahammülü yoktur.

 

Hz. İsa'nın gökte olduğu ve kıyamete yakın yeryüzüne inip İslam'ın hakimiyetini sağlayacağı inancı, temelde Kuran’dan, birtakım hadislerden/rivayetlerden ve bu konudaki icma iddiasından beslenmektedir.

 

Konuyla ilgili ayetler incelendiğinde bizzat görüleceği üzere ve birçok ilim adamının da ifade ettiği gibi, Hz. İsa'nın göğe yükseltilip, bilahare yeryüzüne indirileceği inancı, Kuran’da, tartışmaya mahal bırakmayacak netlik ve kesinlikte ifade edilmiş, değildir. Bilakis, ortada olan, Hz. İsa'nın inişinin leh ve aleyhindeki birçok ayetle ilgili filolojik izahlardan ve çok farklı tevil, tefsir, yorum ve iddialardan başka bir şey değildir.2

 

Bu sebeple, Kuran açısından meselenin bir yorum ve dolayısıyla tercih meselesi olduğu söylenebilir. Bu, aynı zamanda Hz. İsa'nın nüzulü konusunda Kuran’ın belirleyici olmadığı anlamına da gelir; ki, geriye, belirleyici olarak rivayetler/hadislerden ve icma iddiasından başka bir şey kalmamaktadır. icma deliline de, ayet ve hadisler kadar yoğun ve vurgulu bir biçimde başvurulmadığı için, bu konuda asıl belirleyici olan unsurun rivayetler/hadisler olduğu söylenebilir. Aslında Hz. İsa'nın nüzulü meselesinde belirleyici olan rivayetler/hadisler konusunda da ihtilaflar ve tartışmalar yok de­ğildir. Genelde konuyla ilgili rivayetlerin mütevatir mi, ahad mi olduğu noktasında yoğunlaşan tartışmalarda, bugüne kadar taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamadığı görülmektedir. Bu tür kısır tartışmaların uzayıp gitmesinin temel sebebiyse, konuyla ilgili hadislerin bilimsel bir titizlikle incelenmemiş olmasıdır. Hz. İsa'nın inişine dair bugüne kadar yazılmış olan müstakil eserlerde, sadece konuyla ilgili rivayetlerin elden geldiğince bir araya getirilmesine gayret edilmiş; fakat bunların sistematik bir analizine teşebbüs edilmemiştir. Bu konudaki hadislerin ahad olduğunu iddia edenler ise, sadece bu iddiayı ifade etmekle yetinmiş, ayrıca isabetli bir şekilde bu rivayetlerin birbirleriyle çelişki arz ettiğini belirtmişlerse de, bu iddialarını kapsamlı bir incelemeye dayanarak ortaya koyamamışlardır. İşte Hz. İsa'nın nüzulü konusunda bugüne kadar yazılıp çizilenlere gerçek anlamda bir katkı sağlayacak olan da, bu tür bir sistematik analiz olabilir; ki, biz de burada bunu gerçekleştirmeye çalışacağız.

 

Hz. İsa'nın inişiyle ilgili hadislerin sistematik analizine geçmeden önce, yönteme dair bazı açıklamaların yapılması son derece yararlı olacaktır. Aslında yönteme dair bu açıklamaların, sadece Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere değil, bu ve benzeri her konudaki hadislere uygulanabilecek genel nitelikteki metodolojik esaslar olduğunu da burada belirtmekte yarar vardır.

 

Konuyla ilgili hadislerin incelenmesinde izlenecek yöntemin temel esasları şunlardır:

 

1. Kaynak metodolojisi.

 

2. Dış tenkit/isnad tenkidi.

 

3. İç tenkit/Metin tenkidi.

 

4. Epistemolojik Değerlendirme.

 

 1.      Kaynak Metodolojisi Açısından Hz. İsa'nın Nüzulüne Dair Hadisler

 

 Ebu Gudde, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere dair en geniş derleme olduğunu söylediği, el-Keşmiri'nin, et-Tasrih bi-ma tevatera ft nuzuli'l-Mesih adlı eserine, kendisi de bulabildiği rivayetleri eklemiş bulunmaktadır.3 Dolayısıyla, eser bu haliyle, konuyla ilgili rivayetlere dair bugüne kadar yazılmış en kapsamlı eser niteliğinde olduğundan, değerlendirmelerimizde, bu eseri esas alacağız. Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin kaynak ravilerine (sahabe-tabiin) göre dağılımı şu şekildedir (Parantez içi rakamlar rivayet sayısını gösterir.

 

  1. Ebu Hureyre (21)                            

 

  2. Cabir b. Abdillah (7)                              

 

  3. Huzeyfe b. el-Yeman (6)                             

 

  4. Abdullah b. Abbas (5)                                 

 

  5. Abdullah b. Mes'ud (4)                               

 

  6. Abdullah b. Omer (3)                                   

 

  7. Abdullah b. Amr (3)                                     

 

  8. Enes b. Malik (3)                                  

 

  9. Aişe (2)                                

 

10. Huzeyfe b. Esid (2)                                    

 

11. Abdullah b. Selam (2)                              

 

12. en-Nevvas b. Sem'an (1)                            

 

13. Sevban (1)                           

 

14. Mucemmi' b. Cariye (1)                             

 

15. Ebu Umame (1)                               

 

16. Seleme b. Nufeyl (1)                                

 

17. Osman b. Ebi'l-As (1)                              

 

18. Semura b. Cundeb (1)                                 

 

19. Abdurrahman b. Cubeyr b. Nufeyr (1)   

 

20. Vasile b. el-Eska' (1)

 

21. Amr b. Avf (1)

 

22. Nafi' b. Keysan (1)

 

23- Abdullah b. Selam (1)

 

24. Evs b. Evs (1)

 

25. Imran b. Husayn (1)

 

26. Ebu'd-Derda' (1)

 

27. Abdullah b. Mugaffel (1)

 

28. Abdurrahman b. Semura (1)

 

29. Ebu Sa'id el-Hudri (1)

 

30. Ammar b. Yasir (1)

 

31. Keysan b. Abdillah (1)

 

32. er-Rabi' b- Enes (1)

 

33. Sefine (1)

 

34. el-Hasen el-Basri (1)

 

35. Ka'bu'l-Ahbar (1)

 

36. Amr b. Sufyan (1)

 

37. Zeynu'l-Abidin Ali b. el-Huseyn b. Ali (1)

 

38. Urve b. Ruveym (1)

 

Kaynak ravilerin güvenilirliği açısından bu tabloya bakıldığında, Abdullah b. Mes'ud ve Enes b. Malik gibi birkaç sahabi hariç, rivayetleri nakledenlerin veya naklettiği rivayet edilenlerin- büyük ekseriyetinin Hz. Peygamberin yakın çevresindeki arkadaşları olmadıkları görülür. Şayet genel olarak iddia edildiği gi­bi, bu konu, sübutu kesin ve dinen inanılması zorunlu bir iman esası olup, inkar edilmesi de küfrü mucip ise; o takdirde, bu kadar önemli bir iman esasının, Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hz. Peygamber'in eşleri ve diğer pek çok önde gelen sahabe, özellikle de dini kavrayış bakımından temayüz eden fakih sahabiler tarafindan da sonraki nesillere tebliğ edilmiş olması beklenirdi. Buna bağlı olarak, onlardan da bu konuda bazı rivayetlerin bizlere ulaşması gerekirdi.

 

Hz. İsa'nın nüzulü ile ilgili hadisleri nakledenlerin başında gelen Ebu Hureyre, Cabir b. Abdillah, Huzeyfe b. el-Yeman, Ebu Sa'id el-Hudri, Abdullah b. Abbas vb. isimlere gelince; basta Ebu Hureyre ve Abdullah b. Abbas olmak üzere, bunların bazılarının geç Müslüman olmuş olması veya Hz, Peygamber zamanında yaşlarının küçük olması vb. sebeplerle, zapt açısında ciddi eleştirilere maruz kaldıkları ve isimlerinin bir takım İsrailiyat rivayetlerine karıştığı göz önüne alınacak olursa, bu gibi kaynak ravilerin zapt açısından güvenilirliği tartışmalı bir hal almaktadır. Konu, İslam'dan önce Yahudi ve Hıristiyan kültüründe mevcut olan, Mesih'in ikinci dönüşü olunca, bu nokta daha da önem arz etmektedir. Kısacası, kaynak ravilerin güvenilirliği bakımından durumun çok ikna edici olmadığını söylemek mümkündür.

 

Gelelim bu rivayetleri bize nakleden son ravilere, yani yazdıkları çeşitli eserlere bunları dercetmiş bulunan musanniflere. Bu kaynakların, ihtiva ettikleri rivayet sayısına göre sıralanması sonucunda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

 

1. Ahmed b. Hanbel, el-Musned, (21)

 

2. el-Hakirn en-Neysaisuri, el-Müstedrak, (15)

 

3. ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, (13)

 

4. et-Taberani, el-Mu'cemu'1-evsat, (11)

 

5. ibn Ebi Şeybe, el-Musannef, (10)

 

6. Muslim, es-Sahih, (10)

 

7. et-Taberi, Cami'u'l-beyan, (7)

 

8. ibn Mace, es-Sunen, (7)

 

9. et-TirmizT, es-Sunen, (5)

 

10. Ebu Davud, es-Sunen, (5)

 

11. Ebu Nu'aym, Ahbaru'l-mehdi, (5)

 

12. en-Nesa'i, es-Sunen, (4)

 

13. ibn Hibban, es-Sahih, (4)

 

14. Nu'aym b. Hammad, Kitabu'l-fiten, (4)

 

15.   el-Hakim   et-Tirmizi,   Nevadiru'l-usul, (3)

 

16. Ebu Ya'la, el-Musned, (3)

 

17. ibn Huzeyme, es-Sahih, (3)

 

18. ibn Merdeveyh, et-Tefsir, (3)

 

19. ez-Ziya el-Makdis?, el-Muhtara, (3)

 

20. Abd b. Humeyd, el-Musned, (2)

 

21. el-Buhari, es-Sahih, (2)

 

22. el-Buhari, ei-Tarihu'l-kebir, (2)

 

23. el-Buhari, Halku ef'ali'l-'ibad, (1)

 

24. el-Beyhaki, es-Sunen, (2)

 

25. Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-evliya', (2)

 

26. ed-Darakutni, el-Efrad, (2)

 

27. ibn Ebi Hatim, et-Tefstr, (2)

 

28. ed-Deylemi, Firdevsu'l-ahbar, (2)

 

29. Ebu Amr ed-Dani, es-Sunen, (2)

 

30. el-Beyhaki, el-Esma" ve's-sifat, (1)

 

31. el-Beyhaki, el-Ba'su ve'n-nuşür, (1)

 

32. el-Hakim en-Neysaburi, Tarihu Neysa-bür, (1)

 

33. et-Taberani. Kitabu'z-zuhd, (1)

 

34. Ibnu'I-Münzir, el-Tefsir, (1)

 

35. et-Tahavi, Şerhu maani'1-asar, (1)

 

36. Sa'id b. Mansur, es-Sunen, (1)

 

37. el-Bezzar, el-Musned, (1)

 

38. et-Tayalisi, el-Musned, (1)

 

39. el-Hatib el-Bagdadi, Tarihu Bağdad, (1)

 

40. ibnu'n-Neccar, Tarihu Bağdad Zeyli, (1)

 

41. el-Mustağfiri, Dela'ilu'n-nubuwe, (1)

 

42. Ebu'ş-şeyh, Kitahu'l-fiten, (1)

 

43. el-Berzenci, el-İşa'a li esrati's-sa'a, (1)

 

44. Ebu Sa'id en-Nakkas, Feva'idu'l-'Irakiyyin,(1)

 

45. ibn Ebi Hatim, el-Cerhu ve't-ta'dil, (1)

 

46. el-Kalabazi, Ma'anil-ahbar, (1)

 

47. es-Suheyli, er-Ravdu'l-'unuf, (1)

 

48. İbn Kesir, et-Tefsir, (1)

 

49. Razin el-Abderi, (?), (1)

 

50. Ma'mer b. Raşid, el-Cami', (1)

 

51.   el-Mişkatt,   Kitabu'1-vefa,   Tahkiku'n nusra, el-Muntazam, (1)

 

52. ishak b. Bişr, (?), (1)

 

Bu tabloda yer alan, toplam yüz yetmiş sekiz rivayetten, tekrarlar çıkarıldığında, geriye seksen beş rivayet kalmaktadır. Bunlar içerisinde mürsel (tabiinin Hz. Peygamberden rivayeti) olanların da bulunduğunu burada hatırlatalım. 

 

Toplam yüz yetmiş sekiz rivayetin en yoğun olarak (doksan dört rivayetin) yer aldığı eserler ise sunlardir. Ahmet b. Hanbel, el-Musned; el-Hakim en-Neysaburi, el-Mustedrak; ibn Asakir, Tarihu Dimesk; et-Taberani, el-Mu'cemu'l-evsat; ibn Ebi seybe, el-Musannef, Müslim, es-Sahih; et-Taberi, Cami'u'l-beyan; ibn Mace, es-Sünen bu kaynaklar ise, güvenilirlik bakımından önde gelen eserler olmayıp, sıhhati kuşkulu ve hatta zayıf ve mevzu rivayetleri bünyesinde barındıran eserlerdir.4 Kaldı ki, Ibn Asakir ve et-Taberi'nin eserleri, hadis kaynağı bile değildir. Muteber hadis kaynağı olarak bilinen Müslim ile, onun kadar itibara sahip olmayan ibn Mace'nin eserlerine gelince, bu iki eser de, aslında büyük ölçüde Ibn Ebi Şeybe'nin eI-Musannefine dayalı çalışmalardır. Muteber hadis kaynakları sıralamasında önde gelen el-Buharı, Ebu Davud ve et-Tirmizi gibi musanniflerin eserlerinin, konumuzla ilgili hadisler bakımından ilk sıralara girememiş olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır.

 

Öte yandan, konuyla ilgili hadislerin, ilk donem hadis kaynaklarında ya hiç yer almaması veya son derece az yer alması da manidardır. Mesela, Hemmam b. Münebbih'in Sahife'si, Ebu Yusuf un (ö. 182) eserleri, imam Muhammed'in (ö. 189) eserleri, Malik'in el-Muvattasi, Şafii’nin (ö. 204) eserleri, Abdurrazzak'ın (ö. 211) el-Muyannefi gibi ilk kaynaklarda konuyla ilgili rivayetlere hiç rastlanmazken; Sa'id b. Mansur'un (ö. 23), es-Sunen'inde, Ma'mer b. Rasid'in (ö. 150), el-Cami'inde, et-Tayalisi'nin (ö. 204) el-Musnedinde, el-Humeydi'nin (ö. 219) el-Müsnedinde (II. 364, no: 827) konuyla ilgili sadece bir veya birkaç rivayet bulunduğu görülmektedir. Bu durumu, bu ilk hadis kaynaklarinin musanniflerinin, eserlerinde rivayetleri yeterince bir araya getirememiş, dolayısıyla konuyla ilgili rivayetlere muttali olamamış olmaları ile de açıklamak mümkün görünmemektedir. Çünkü Mesih konusu, İslam'ın sair iman esasları gibi, bilinmesi dinen zorunlu ise, bu musanniflerin, dinin diğer temel esaslarına dair rivayetleri eserlerinde topladıkları gibi, bu konudaki rivayetleri de toplamış olmaları gerekirdi. Aksi takdirde, onların, dinin önemli bir iman esasi konusunda cahil kaldıklarını kabul etmek gerekir. Tabii bu gerekçeler, eserinde 20.000'den fazla rivayeti toplamayı başaran Abdurrazzak (ö. 211) ve yine binlerce, on binlerce rivayeti eserlerinde bir araya getiren es-Şafi’i (ö. 204) için tamamen geçersiz hale gelmektedir.

 

Kaynaklarla ilgili olarak işaret edilmesi gereken diğer bir husus ise, bu rivayetlerin yer aldığı, hadis kaynağı bile olmayan (tarih, tabakat, rical, cerh-tadil, tefsir, delail vb. türü) eserlerin, tablodaki toplam eserlerin yaklaşık yarısını oluşturmasıdır. Her türlü rivayeti -sağlam- çürük demeden- alan ve çoğunluğu problemli rivayetlerden oluşan bu tür eserlere bilimsel bir ihtiyat ile yaklaşmak gerektiğini burada vurgulamak gerekir. Nitekim, bu gibi eserlerde yer alan, konuyla ilgili rivayetlerin, isnad açısından kusurlarına el-Keşmirinin eserinde de zaman zaman işaret edilmiş olması, bu tespiti doğrular niteliktedir.

 

Bu değerlendirmeler Hz. Peygamber'e atfedilen rivayetler/hadisler ile ilgiliydi. Ayrıca bazı sahabe ve tabiinin ve sonrakilerin kendi görüşlerini yansıtan asar da bu açıdan incelendiğinde, ortaya benzer bir tablonun çıktığı görülmektedir.

 

1. ibn Abbas, (7)

 

2. Abdullah b. Amr b. el-As, (4)

 

3. Katade, (4)

 

4 el-Hasen el-Basri, (4)

 

5. Ka'bu'l-Ahbar, (3)

 

6. Muhammed b. Zeyd, (2)

 

7. Şehr b. Havşeb (1)

 

8. Ebu Malik el-Gifari, (1)

 

9. Mucahid, (1)

 

10. Nufey' b. Rafi', (1)

 

11. Rufey' b. Mihran, (1)

 

12. Abdulcebbar b. Ubeyd, (!)

 

13. Velib b. Munebbih, (1)

 

14. ibn Sirin, (1)

 

15. Ibnu'l-Haneffyye, (1)

 

16. Ertat, (1)

 

17. el-Velid b. Muslim (ö. 194), (1) 

 

Bu asarın yer aldığı kaynaklara gelince:

 

1.  ibn  Cerir et-Taberi,   Cami'ul-beyan (13)

 

2. Abd b. Humeyd, et-Tefstr, (10)

 

3. ibn Ebi Hatim, et-Tefsir, (5)

 

4. ibnu'l-Munzir, et-Tefsir, (5)

 

5. ibn Asakir, Tarihu Dimeşk, (5)

 

6. el-Firyabi, et-Tefsir (?), (2)

 

7. Ahmed b, Hanbel, Kitabu'z-zuhd, (2)

 

8. Abdurrazzak, et-Tefsir (?), (2)

 

9. es-Suyuti, ed-Durru'1-mensur, (2)

 

10.   el-Hakim   en-Neysaburi, el-Mustedrak, (1),

 

11. ibn Ebi Şeybe, el-Musannef, (1)

 

12. en-Nesai, es-Sunen (?), (1)

 

13. ibn Merdeveyh, et-Tefsir, (1)

 

14. Ebu Nu'aym, Hilyetu'l-evliya, (1)

 

15. Sa'id b. Mansur, es-Sunen, (1)

 

16. Musedded b. Musedded, el-Musned (?) (1)

 

17. et-Taberani, el-Mu'cem (?), (1)

 

Görüldüğü gibi, bu tabloda yer alan kaynakların da büyük çoğunluğu, tefsir ve tabakat türü eserler olup, gerçek anlamda hadis kaynağı değildir. Aralarında birkaç hadis kaynağı da olmakla beraber, bu kaynakların tamamı, eserlerine aldığı rivayetlerin mutlaka sahih olması gibi bir şart gözetmeyen, dolayısıyla, sağlam-çürük her türlü rivayeti derleyen musanniflere aittir. Dolayısıyla, bu kaynaklarda yer alan asara da ihtiyat ve temkinle yaklaşılması gerektiği sonucuna kolaylıkla varılabilir.

 

Sonuç itibarıyla, gerek kaynak ravilerin, gerekse son ravi olan musannif ve müelliflerin tamamının, rivayetleri nakilde, son derece sıkı bilimsel şartlara titizlikle riayeti prensip edinmiş kimseler olduklarını söylemek mümkün görülmemektedir. Bu ise, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin yer aldığı kaynak­ların -özellikle de, yoğun olarak bu rivayetleri bünyesinde barındıranların kaynak metodolojisi açısından tamamen güvenilir olduklarını ileri sürmenin mümkün olmadığını göstermektedir.

 

2. Dış Tenkit/İsnad Tenkidi

 

İsa'nın (a.s) nüzulü ile ilgili hadisleri bize nakleden -kaynak raviler dışındaki diğer ravilerin güvenilirlikleri ve bu ravilerin oluşturdukları isnad zincirlerinin kesintisiz olup olmaması açısından incelendiğinde, görülmektedir ki, iddiaların aksine, ortada isnad açısından da birtakım problemler bulunmaktadır.

 

Ravilerin güvenilirlikleri açısından bakıldığında, konuyla ilgili hadisleri rivayet edenlerin tamamının sika raviler olmadıkları görülmektedir.Hatta bu rivayetler içerisinde mevzu olduğu açıkça ifade edilenler bile bulunmaktadır.

 

Yine el-Keşmiri'nin, ef-Tasrihini esas alarak bazı örnekler vermek gerekirse; mesela (s. 82 ve 24l-242'de) sahih olmadığı açıkça ifade edildiği halde, ba­zı rivayetler delil alarak öne sürülmüş; sayfa 182'de zayıf olduğu söylenen bir hadis, manası başka hadislerle sabit olduğu gerekçesiyle, es-Suyuti'nin el-Cami'u's-sağir'de bu hadisin hasen olduğuna dair bir rumuz koymuş olmasına bakılarak, hemen hasen seviyesine yükseltilivermiştir. Halbuki ilk gerekçe son derece tartışmalı olduğu gibi, es-Suyuti'nin adı geçen eserindeki rumuzlara güvenmek de mümkün değildir. Çünkü bu rumuzları müstensihlerin tahrif ve tebdil etlikleri ve bunlara asla güvenilemeyeceği, açıkça ifade edildiği gibi; bu rumuzlar güvenilir bile olsa, es-Suyuti'nin hadislere sahih, hasen hükmü vermede son derece gevşek, dolayısıyla güvenilmez olduğu da bilinen bir husustur.5

 

Keza aynı eserde (s. 205-206) geçen bir hadis, sırf ibn Hacer bu hadisi Fet-hu'1-bari adlı eserinde şahit/delil olarak kullandığı ve onun, bu eserinde zayıf-mevzu hadisleri delil olarak kullanmadığı öne sürülerek, hasen derecesine çıkarılabilmiştir. Halbuki ibn Hacer'in bu iddiasına körü körüne dayanmak son dere­ce yanlıştır; çünkü, onun da, hadislere uydurma dememek için elinden geleni yapan ve bu anlamda son derece gevşek biri olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.6

 

Bazen de el-Hakim et-Tirmizi ve Ebu Nu'aym gibi, eserlerine sağlam-çürük her rivayeti aldıkları bilinen müelliflerin naklettikleri bir rivayet, mesela el-Hakim'in el-Mustedrak’inde bir rivayete -ki onun da sıhhatinin tartışmalı olduğu, aynı yerde dipnotta ifade edilmektedir- benziyor diye, "Bu hadis de inşallah kavi bir hadistir." denmektedir (s. 213). Bu tür yaklaşımların, klasik ha­dis usulünün kurallarına aldırmamaktan başka bir anlamı olamaz. Bu mantıkla hareket edilecek olursa, o zaman ortada zayıf hadis diye bir şey kalmayacaktır. Kanaatimizce bu tür bir yaklaşım doğru değildir ve her şeyden önce hadis ilmine aykırıdır.

 

Sayfa 214'te ise, "Muhaddislerin Eserlerinde Naklettikleri ve [Sıhhatleri] Hakkında Herhangi Bir şey Söylemedikleri Diğer Hadisler" başlığı altında bir­takım rivayetler delil olarak sunulabilmiştir. Üstelik bunlar içerisinde zayıf ve mevzu hadislerin bulunduğu açıkça itiraf edildiği halde (mesela bkz. s. 214, 215, 216, 227, 228, 230, 242-243, 245, 246, 247, 251, 254, 267.) delil olarak da takdim edilmekten çekinilmemiştir. Halbuki bu rivayetlerin çoğu, mürsel. isnadında metruk ve meçhul raviler bulunan, muzdarib ve mevzu rivayetlerdir. İşin üzücü olan bir başka yanı ise, uydurma olduğu açık olan bazı rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmeyip sükut eden es-Suyuti gibilerin anlaşılmaz tavırlarıdır (s. 243, dipnot: 1)

 

Bu başlık altında zikredilen rivayetlerin dışında da isnadı zayıf (s, 275, 276) ve meçhul kaynaklardan nakledilen (s. 295) rivayetlere rastlanmaktadır.

 

Konuyla ilgili rivayetler bir başka açıdan da irdelenebilir: et-Tasrih bi-ma tevatera fi nuzüli'l-Mesih adlı eserin müellifi el-Keşmiri, onun bu eserini teorik olarak besleyen öğrencisi, Pakistan Müftüsü Muhammed şefi' ve bu ikisini tamamen destekleyici notlar ve ekler ilave eden Abdulfettah Ebu Gudde, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin mütevatir olduğunu iddia etmekte ve bu iddialarını ispat etmek için, sözü edilen yüz yetmiş sekiz rivayete dayanmaktadırlar. Bu suretle de, sanki adı geçen eserdeki bütün rivayetlerin Hz. Peygamber 'e ait gerçek hadislerden oluştuğu intibaı uyandırılmakta veya en azından böyle bir intiba kendiliğinden doğmaktadır. Bu noktada dikkat çekmek istediğimiz husus, bu eserdeki rivayetlerin tamamının Hz. Peygamber 'e nispet edilen (merfu) hadisler olmadığıdır. Bilakis toplam yüz yetmiş sekiz rivayetin yaklaşık atmışı mürsel, mevkuf ve maktu rivayetlerden oluşmaktadır ki, bu azımsanmayacak bir sayıdır. Bir başka ifadeyle, delil olarak kullanılan rivayetlerin 1/3'ü Hz. Pey­gamber 'e izafe edilen rivayetler değildir; başkalarının (sahabi, tabii vd.) şahsi kanaatlerini yansıtan ve dini açıdan bağlayıcı olmayan nakillerden ibarettir.

 

İsnad tenkidine ayırdığımız bu bölümde asıl üzerinde durmak istediğimiz bir başka konu daha vardır: Hz. İsa'nın ikinci dönüşüyle ilgili hadislerin mütevatir olduğu iddiası!

 

Tevatür iddiası

 

İslam düşünce tarihinde hadisler etrafında ortaya çıkan tartışmalara vakıf olanlar da pekala bilirler ki, herhangi bir inancı, düşünceyi veya kanaati hadislere dayanarak savunmak ve buna karşı çıkanları ilzam edip susturmak için en sık başvurulan yol, konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu ileri sürmek olmuştur.7Bunun için de, sağlam-çürük, mümkün olan en fazla sayıda rivayetin elden geldiğince bir araya getirilmesine çalışılmış ve isnadların çokluğu gerekçe gösterilerek, ilgili hadislerin mütevatir olduğu iddia edilmiştir. Bunu yapmak mümkün olmayıp da, konuyla ilgili hadislerin ahad olduklarını kabullenme durumunda kalındığında ise, ahad haberlerin kesin bilgi değil zann-i galip ifade ettiği iddiasının önünü alabilmek için, karinelerle kuşatılmış ahad haberlerin kesin bilgi ifade ettiklerini ileri sürme yoluna gidilmiştir.

 

Pek çok konuda olduğu gibi, Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler konusunda da yukarıdaki adımlar atılmış, ve sık sık konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğu ileri sürülmüştür. Bu iddianın en son örnekleri ise, bu incelememizde esas aldığımız el-Kevseri ile el-Keşmiri’nin eserlerinde yer almaktadır. Şimdi bu iddianın, gerçekleri ne derece yansıttığını görelim:

 

Klasik hadis usulünün, hadisleri, isnadda yer alan ravilerin sayısına, bir başka ifadeyle, yaygınlık durumuna göre iki ana bölüme ayırdığı malumdur: Mütevatir ve ahad... Ahad haberlerin, lügat bakımından, "tek kişi/kişilerin naklettiği haber", anlamına geldiği ve hadis ilmindeki terim anlamının "mütevatir düzeyine ulaşmayan" hadis", olduğu bilinmektedir. Mütevatirin klasik tanımı ise şudur: "Yalan üzerinde birleşmeleri pratik bakımdan imkansız olan kalabalık bir topluluğun, yine bu nitelikleri haiz bir topluluktan naklettiği haberdir."8 Mü­tevatirin temel bir özelliği, hadis ilminin kapsamı dışında kalmasıdır. (Çünkü mütevatir haberin doğruluğu kesindir ve herhangi bir incelemeye gerek duyulmaz. Mütevatir haberlerin hadis ilminin kapsamı dışında kalmasının diğer bir sebebi de, mütevatirde belli bir ravi(ler) ve ravilerden oluşan isnadların söz konusu olmamasıdır. Bilakis bu tür haberler o kadar kalabalık sayıda insan tarafından nakledilir ki, onların tek tek güvenilirliklerini incelemek, ne mümkündür, ne de buna gerek vardır.

 

Mütevatir haberlere dair genel olarak verilen örnekler, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Mesela Kur'an-i Kerim'in metni, Hz. Peygamber'in Mekke'de H. 570-571 yılında Abdullah ve Amine'den olduğu, ana hatlarıyla Hz. Peygamber'in hayatı, ezan tatbikatı, beş vakit namaz, bayram namazları, haccın yapılışı vb. gibi, Müslümanların günlük hayatlarında devamlı uygulaya geldikleri ve şea'ir de denilen hususlar, burada örnek olarak verilebilir. Bu ve benzeri konular, Hz. Peygamber'den bugüne kadar her gün, hafta, ay ve yıl kesintisiz uygulana geldiğinden, bunların doğruluğundan herhangi bir kuşku yoktur; bu hususlann doğruluğu tartışma konusu da yapılmamıştır. Bu tür uygulamalar, ilk olarak, nufusu 20.000 civanndaki Medine-i Münevvere'de ve sayıları 100.000'i geçtiği kabul edilen ilk müslüman nesil tarafından gerçekleştirilmiş; daha sonra sayıları giderek artan tabiin tabakasına bu uygulamalar aktarılmış, sonra da nesilden nesle -yine her neslin sayısı giderek artmak suretiyle- bugüne kadar aktarılmaya devam etmiştir. Bu uygulamalar o kadar çok sayıda insan tarafından nesilden nesle aktarılmıştır ki, onların tek tek isimlerini tespit mümkün değildir ve hiç kimse de böyle bir şeye gerek duymamıştır, duymamaktadır. Keza, görmeyenlerin, görmedikleri çeşitli kıtaların ve o kıtalardaki ülkelerin, dağların, nehirlerin, göllerin, denizlerin, hayvan ve bitkilerin, tarihi eserlerin varlığını kabul etmeleri de, aynı şekilde tevatüren gelen haberlerden dolayıdır ve hiç kimse bu sayıların varlığından şüphe duymamaktadır.

 

Şimdi, mütevatir haberlere dair bu aktarılanların ışığında, Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin mütevatir olduğu iddiasına bir göz atalım:

 

Daha önceki tablolarda görüldüğü gibi, konuyla ilgili hadisleri nakletmiş görünen birinci tabakadaki kaynak ravilerin sayısı otuz üçtür. Bu otuz üç kişinin gerçekten Hz. Peygamber 'den bu hadisleri işittiklerini varsaysak bile, bu sayı acaba "yalan üzere ittifak etmeleri imkansız olan bir kalabalık" anlamına gelir mi? Kanaatimizce bu sayıdaki bir insan topluluğunun, bir konuda yalan söylemek üzere ittifak etmeleri imkansız değildir. Hele hele yukarıda zikredilen tevatür örneklerinde rol alanların, on binlerden başlayıp giderek artan sayılara ulaşmış, olduğu göz önüne alınacak olursa, otuz üç kişinin rivayetinin, yukarı­da anılan mütevatir örnekleriyle kıyaslanmasının dahi söz konusu olamayacağı kolayca görülür. Binaenaleyh, otuz üç, kişi tarafından nakledilen bu rivayetlerin mütevatir olması, hayli söz götürür niteliktedir. Kaldı ki, bu otuz üç kişinin, bu hadisleri Hz, Peygamber 'den duyduklarını matematik bir kesinlikle id­dia etmek de mümkün değildir.

 

Muhtemelen bu durum, konuyla ilgili hadislerin mütevatir olduğunu iddia edenler tarafından da fark edilmiş olmalıdır ki, bu iddia sahipleri, konuyla ilgili hadislerin gerçek anlamda mütevatir olmadığı yolundaki itirazlar karşısında geri adım atarak, bu hadislerin lafzi mütevatir —yani gerçek mütevatir- değil, manevi mütevatir oldukları iddiasına başvurmak zorunda kalmışlardır; ancak bu iddia da hayli tartışma götürür niteliktedir. Çünkü isnad açısından durumlarına temas ettiğimiz ve içlerinde güvenilmez nitelikte pek çok rivayetin bulunduğu bu malzemenin, muhteva bakımından da birbirleriyle çelişkiler arz ettiği göz önüne alınacak olursa, sırf bunların, çok genel anlamda ortak paydaları olan 'Hz. İsa’nın nüzulü noktasında birleşmelerine bakarak mütevatir olduklarını ileri sürmek ikna edici görünmemektedir. Tek tek bu hadislerin her birinin Hz. Peygamber'e aidiyeti kesin olarak ortaya konmadan, bunların or­tak paydadan dolayı, mütevatir olduklarını iddia etmek doğru olmaz. Üstelik, tevatüre dair daha önce verilen örneklerde de görüleceği üzere, tevatürde asıl olan, kesinlik ve netliktir. Halbuki Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetler, detaylarda birbirini tutmamakta, çoğu zaman birbirleriyle çelişmektedir; ki, bu hususlara ileride rivayetlerin iç tenkidi esnasında işaret edilecektir.

 

Öte yandan, klasik hadis usulünde, "Tevatür için sened aranmaz." denmektedir.9Bu, son derece isabetli bir tespit olmakla birlikte, uygulamada bu esasa sadık kalınmamış ve isnadlarla nakledilen pek çok rivayetin bir arada değerlendirilmesinden başka bir şey olmayan, garip bir tevatür çeşidi ortaya atılmıştır. Halbuki bu ilkenin mantıki bir gereği olarak, isnad ile gelen rivayetle­rin mütevatir olamayacağı sonucuna varmak icap eder. Çünkü madem ki tevatürde sened aranmaz, o zaman senedin aranıp bulunabildiği, ravilerinin tek tek cerh ve ta'dile tabi tutulabildiği, haklarında sahih, hasen, zayıf veya mevzu hükümlerinin verilebildiği rivayetlerin -sayıları ne kadar çok olursa olsun- ahad hadis kategorisine girdiklerini kabul etmek kaçınılmaz olur. Bu ahad hadislerin sayısının çok olması, onları hiçbir zaman mütevatir derecesine çıkarmaz, olsa olsa meşhur veya müstefiz derecesine yükseltebilir.

 

Bu şekilde isnadların çokluğuna bakılarak mütevatir olduğuna hükmedilen hadislerin tamamı, aslında ahad hadislerdir; hatta bunlar içerisinde uydurma olanlara bile rastlamak mümkün olabilmektedir.10

 

Ahad hadislerin bir araya gelmesinin -sayıları ne kadar çok olursa olsun- onları mütevatir derecesine çıkarması bir başka açıdan da mümkün görünmemektedir. Bilindiği gibi, ahad hadis, Hz. Peygamber 'e ait olduğu matematik bir kesinlik arz etmeyen; ancak Hz. Peygamber 'e ait olabileceğine dair bizde bir kanaat hasıl eden rivayetlerdir; fakat bu kanaate rağmen, bunların Hz. Peygamber'e ait olmama ihtimali de daima mevcuttur. Bu durumda, her biri ke­sinlik değil bir ihtimal ifade eden bu rivayetlerin bir araya gelmesiyle, ortadaki bu ihtimallerin, nasıl olup da ortadan kalkarak bir kesinliğe dönüşebildiğini izah etmek de mümkün değildir. Böyle olunca, ahad olan, isnadlarla nakledilen, isnadlarındaki ravileri cerh ve ta'dile tabi tutulan, sonuçta oda sahih, hasen, zayıf ve bazen mevzu olma ihtimali söz konusu olan tek tek rivayetlerin, sayıları ne olursa olsun, mütevatir derecesine ulaşması mümkün değildir.

 

Bu değerlendirmelerin ışığında Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin de, sayıları sadece on'larla ifade edilen bir takım ahad hadislerden ibaret oldukları ve gerekli şartları taşımadıkları için de mütevatir olamayacakları rahatlıkla ifade edilebilir.

 

3. İç Tenkit/Metin Tenkidi

 

Aslında şu ana kadar yaptığımız değerlendirmeler sadece isnadlar ve raviler açısındandır; ancak bir hadisin güvenilir olup olmadığını belirlemek için sade­ce isnadın güvenilir olması yeterli değildir. İsnad tek başına bir hadisin güvenilirliğini garanti edemez; çünkü, insanların ve ravilerin de uydurulması, mevkuf haberlerin merfu hale getirilmesi, tedlis, telkin vb. zapt kusurları -ki bunlardan ne sahabe, tabiin, ne meşhur hadis imamları ve muhaddisler, ne de sair raviler kurtulabilmiştir.11 İsnadın tek başına yeterli olamayacağının en açık  delilleridir. Bu durumda, hadisin bir başka unsuruna, yani metne de yönelmek ve metin açısından da hadisi değerlendirmek yerinde olacaktır. işin aslına bakılacak olursa, isnad ve metinden oluşan hadisin, esas hadis adını almaya layık olan kısmı metindir. Çünkü asıl amaç, metnin nakledilmesidir, isnad ise bu metni nakletmeye yarayan bir araçtan ibarettir. Durum bu olunca, asıl amaç olan ve hadis adını almaya asıl layık olan metne bakmadan, sadece isnad tetkikiyle yetinmek, son derece yanlış, ve tehlikeli bir yaklaşımdır; ama ne yazık ki, hadis tetkikleri, yüzyıllarca isnad ve raviye hasredilmiş, iç tenkit/metin tenkidi uygulamasına nadiren başvurulmuştur. Biz metin tenkidinin rivayetlerin güvenilirliğini belirlemede en az isnad tenkidi kadar önemli olduğu kanaatindeyiz. Burada Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislere bu önemli yöntemi uygulamaya çalışacağız.

 

Metin tenkidine geçmeden önce, önemli gördüğümüz bir noktayı dikkatlere sunmak istiyoruz: Genelde hadislerle ilgili değerlendirme, araştırma ve inceleme yapılırken, sanki hadislerin lafızları Hz. Peygamber 'in ağzından çıkan lafızların aynısı imiş gibi davranılmakta; tam aksine, bunların Hz. Peygam­ber 'in değil, ravilerin kendi lafızları olduğu unutulmaktadır.12 Halbuki şu anda elimizdeki kaynaklarda mevcut hadislerin hepsi mana ile rivayet edilmiş olup Hz. Peygamber 'in ağzından çıkan lafızlarla aynen nakledilmiş, tek bir hadis dahi yoktur. Böyle olunca, ister istemez, aynı konudaki rivayetler arasında bile -her bir ravi anladığı kadarıyla ve farklı kelime ve üsluplarla aktardığı için  tutarsızlıklar, çelişkiler ve farklılıklar kaçınılmaz olmaktadır. Hz. İsa'nın ikinci dönüşü ile ilgili rivayetler de böyledir. Şimdi bu rivayetlerin metinlerini daha yakından incelemeye çalışalım.

 

Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler dikkatlice incelendiğinde, insanın üzerinde, anlatılanların tamamen Ortaçağa, o çağın şartlarına ve o cağın zihniyetine hitap ettiği ve rivayetlerdeki çeşitli unsurların, motiflerin ve olayların, o çağdan seçildiği şeklinde güçlü bir etki bırakmaktadır. Öyle ki, bu rivayetlerde anlatılanların çoğu, bugünün insanına hitap etmemekte; gelecekteki nesillere hitap etmesinin ise tamamen imkansızlaşacağı kolaylıkla görülmektedir.

 

Mesela, Hz. İsa'nın ikinci dönüşüyle ilgili rivayetlere hakim olan fikir, onun bu dönüşünde icraat olarak domuzu öldüreceği, haçı kıracağı ve cizye/haracı kaldıracağı hususudur.13 Bu durumda insan, Hz. İsa gibi bir şahsiyetin yapacağı en önemli icraatın niçin domuz katliamı veya haçların kırılmasından ibaret olduğunu, yapacak daha önemli işlerin olup olmadığını sormadan edememektedir. Daha ilginci ise, bugün mevcut olmayan, dolayısıyla, zaten kaldırılmış bulunan cizye ve haracı, Hz. İsa'nın nasıl kaldıracağı meselesidir.

 

Bazı rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber ve ashabı, Hz. İsa'nın nüzulünü o kadar yakın görmektedirler ki, bazıları ona selam bile gönderebilmektedir.14 Bu ise, Hz. İsa'nın inişinin kıyamete yakın gerçekleşecek bir kıyamet alameti olduğu düşüncesiyle çelişmektedir. Bu durum, söz konusu rivayetlerin, ravilerin kendi tarihsel perspektiflerini yansıttığına dair kuşkuları gündeme getirmektedir.

 

Hz. İsa'nın nereye ineceği konusu da problem arz etmektedir. Çünkü rivayetlere bakılırsa, Dimeşk'in doğusundaki beyaz minareye veya beyaz köprüye, Kudüs'e, Şam'a, Ürdün'e veya Müslümanların karargahına inecektir.15 Onun nereye ineceğine dair bu çelişkili ifadelerin, Hz. Peygamber 'den kaynaklanması mümkün müdür? Bize göre bu durumu, bu hadisleri piyasaya sürenlerin farkında olmadan içine düştükleri bir çelişki olarak yorumlamak, Hz. Peygamber'i çelişkili bir konuma düşürmekten hem aklen hem de vicdanen daha evladır. Hz. Peygamber zamanında beyaz minare diye bir şeyin olmayışı da, nasılsa (!) dikkatlerden kaçmıştır.

 

Bazı rivayetlere göre, Hz. İsa'nın nefesi, gözünün gördüğü son noktaya kadar erişmekte ve eriştiği insanı öldürmektedir.16 Bu anlatımın da mucize kavramıyla bile izah edilemeyecek kadar 'mitolojik' bir nitelik taşıdığı ortadadır.

 

Hz. İsa'dan sonra ortaya çıkacak olan Yecüc ve Mecüc ile ilgili bir rivayette, Hz. Adem'in her 1000 çocuğundan 999'unun cehennemlik olduğunu 17 söyleyen, Hz. Peygamber olabilir mi? Bırakın bir peygamberi, birazcık aklı başında olan biri dahi bunu söyler mi? Yine Yecüc-Mecuc ile ilgili olarak, onların Taberiye gölünün suyunu içip bitirecekleri ve insanların, "Bir zamanlar burada bir göl vardı." diyecekleri de, rivayetlerde ileri sürülmektedir;18 ki, bunun da, Ortaçağ mitolojik zihniyetinin ürünü olduğu ortadadır.

 

Hz. İsa indikten sonra yaşanacak bolluk döneminin bir göstergesi olarak deve ve bitki (sebze, tahıl?) bolluğundan bahsedilmesi de 19, bu hadislerin piyasaya sürüldüğü dönemin gözde mallarının deve ve yeşillik olmasından kaynaklanmış görünmektedir. Yoksa bugün Hz. İsa inse ve her yer deve dolsa, her yeri yeşillik kaplasa bile, bunlar, bu çağın -veya gelecek çağların- insanı açısından ne anlam ifade edebilir ki?

 

Hz. İsa'nın iniş dönemi olayları arasında, Rumların A'mak veya Dabık'a gelecekleri20 ileri sürülmektedir. Bu rivayet, olsa olsa, dönemin süper güçlerinden biri olan Bizans imparatorluğunu nazarı itibara alan ravilerin kendi tarihselliklerini yansıttıkları bir rivayet olabilir.

 

Yine Medine veya Halep'ten bir ordu çıkacağı, Rumların (Bizanslıların) üzerine yürüyeceği, sonra İstanbul'u fethedeceği ve akabinde Hz. İsa'nın ineceği de rivayetlerde ileri sürülmektedir.21 Bugün ortada ne Bizans var, ne de üzerine yürüyecek bir ordu! Medine veya Halep'ten çıkacak bir ordunun bugün ne önemi olabilir ki? Medine veya Halep halkının tamamından bir ordu oluşturulsa bile, bunun bugünkü siyasi-askeri gelişmeler karşısında ne anlamı olabilir? Sonra Hz. İsa, İstanbul'un fethinden hemen sonra inecek idiyse, Fatih'in İstanbul'u fethinden sonra hemen niye inmemiştir? Yok eğer hadislerde kastedilen fetih bu değil de Arap dünyasının bazı alimlerinin(!) iddia ettikleri gibi kıyamete yakın gerçekleşecek başka bir fetih ise, o zaman da İstanbul'umuzun başına gelecekler var demektir. Bütün bunların, ravilerin muhayyilelerinin ürünü olup, Hz. Peygamber 'le bir ilişkisinin bulunmadığı aşikardır. Nitekim, geçmişteki bazı tarihi olayların veya gelişmelerin, bilahare hadis haline getirildiği bilinen bir gerçektir.

 

Hadramevt'ten çıkan bir ateşin Müslümanları önüne katarak, onları Şam'a (Suriye topraklarına) sürüp toplayacağı, insanların yaya veya deve üzerinde oraya gidecekleri de rivayetlerde ileri sürülmektedir.22 insan ister istemez  niye Suriye, diye sormadan edemiyor? İlle Müslümanlar bir yerde toplanacaksa, ni­ye Mekke-Medine'de toplanmıyor? Burada Şam (Suriye) bölgesini kutsallaştırmak isteyen Emevi taraftarı bir hilenin sezilmesi hiç de zor olmasa gerektir. Ayrıca, böyle bir şey bugün veya gelecekte olacak olsa bile, niye insanlar otomobil, otobüs, tren veya uçak ile değil de, yaya veya deve ile Suriye'ye gitsinler? Bütün bu sorular, söz konusu rivayetlerin bugünün insanı açısından anlamsızlığını gözler önüne sermektedir. Hz. İsa, sonraki yüzyıllarda —bilfarz— inecek olsa, içinde bulunulacak şartlar gereği, bu rivayetlerin tamamen anlamsız, hatta komik bir hal alacağı ortada değil mi?

 

Diğer yandan Hz. İsa indiğinde Arapların azınlık olacağına ve çoğunun Beytu'1-Makdis 'te bulunacağına dair rivayetlerde Deccal'in ordusuyla savaşacak olan Müslümanlardan sadece 'Araplar' şeklinde söz edilmesinde de, Arap merkezli bir söylemin etkilerini sezmemek mümkün değildir. Zira bazılarının iddia ettiği üzere, Hz. Peygamber gaybı bilip de, azınlığı değil ekseriyeti oluşturan Acemleri (Türk, İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya vd.) merkeze alarak söylemini niye buna göre kurmadı, diye sormadan edemiyor in­san! Burada tarihteki Arapçılık faaliyetlerinin izlerini aramak yanlış mı olur? Araplar bu sırada Beytu'l-Makdis'te iken, Deccal'in beraberinde hepsi de kılıçlı 70.000 Yahudi ile geleceği de belirtilmektedir.23 Diyelim, bu gerçek olsun; fakat 70.000 kişilik bir ordunun bugün ne önemi olabilir ki? Kaldı ki, bugün elinde nükleer silahlar olduğu söylenen yaklaşık altı milyonluk bir İsrail toplumu olduğunu da burada hatırlamakta fayda vardır. Üstelik artık nükleer silahlar başta olmak üzere, son derece gelişmiş silahların kullanıldığı bir dönemde -veya daha gelişmiş silahların kullanılacağı gelecek çağlarda- bile kullanmak çok komik kaçmaz mı? Belli ki bu hadisleri piyasaya sürenler, kendi dönemlerinin gelişmelerini göz önüne almış; ama gelecekteki gelişmeleri kestirememiştir. 

 

Hz. İsa'nın iniş dönemi olayları arasında Kureyş'in kaybettiği mülkünü (saltanat, iktidar ve otoritesini) geri alacağı da söylenmektedir.24 Allah aşkına,  bugün Kureyş mi kaldı, Kureyş 'in geri alacağı iktidar mı? Bu rivayetler, tarihin derinliklerinde yaşamış olan insanlar için geçmişte belki anlamlı olabilirdi; ama bugünün ve geleceğin insanı için hiçbir anlam ifade etmediği kesindir. Bu ise, bu rivayetlerin geçersiz ve hükümsüz olması anlamına gelir.

 

O dönemde inek ve öküzün pahalı, atın ise ucuz olacağı; çünkü öküz ve ineğin tarlaları sürmekte kullanılacağı da rivayetlerde ileri sürülmektedir.25

 

Henüz Hz. İsa'nın inmediği günümüzde bile öküz-inek yerine traktör kullanımı yaygınlaşmış iken, gelecek çağlarda acaba, öküz-inek ve attan -önemli şeylermişçesine— bahseden rivayetlerin ne kadar komik kalacağı aşikar değil mi? Bu da, bu rivayetlerin, onları piyasaya sürenlerin tarihselliklerinin ürünü olduğunu açıkça gözler önüne sermiyor mu?

 

Rivayetlerin tarih dışı, dolayısıyla bugün bizim için gerçek dışı olduğunu gösteren ipuçları o kadar çok ki, saymakla bitmemektedir. Bunlardan birisi de, o dönemde kişinin yayının deriden yapılmış ipini pişirip yiyeceğine dair açıklamalardır.26Bugün Hz. İsa inse, acaba kaçımızın deriden yapılmış ipini pişirip yiyeceği bir yay bulabileceğini sormak, sanırım rivayetleri körü körüne kabullenmenin bizi nerelere götürebileceği konusunda yeterince uyarıcı olacaktır.

 

Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Hz. Peygamber ve ashabının Hz. İsa'nın çok yakında ineceğine inandığını gösteren rivayetlere mukabil, Hz. Peygamber 'in Hz. İsa'nın nüzulü esnasında olmuş olacağına dair rivayetler de vardır.27 Söz konusu rivayetler arasındaki çelişki bir yana, Hz. Peygamber 'in, gaybı, yani ne zaman öleceğini nasıl bilebildiği, bunun mümkün olup olmadığı sorusu da ortada durmaktadır.

 

Hz. İsa'nın nüzulü kadar öne çıkan diğer bir unsur da, kuşkusuz, Deccal motifidir. Metin tenkidi açısından şimdiye kadar gördüğümüz problemler, Deccal konusunda da aynen geçerliliğini korumaktadır.

 

Mesela birçok rivayette, Deccal'in Medine'ye giremeyeceği ifade edilirken, Hz. Peygamber 'in Medine'de doğan ve bir gözü olmayan bir çocuğu (İbn Sayyad) Deccal zannettiği de aynı şekilde birtakım rivayetlerde ifadesini bulmuştur.28

 

Şimdi eğer ilk gruptaki. rivayetler doğru ise, Hz. Peygamber Medine'deki bir çocuğun Deccal olamayacağını bilemedi de, nasıl olup onu Deccal zannetti, sorusu ister istemez zihinlerde belirmektedir; ama bize göre bu çelişki Hz. Peygamber 'den değil, bu çelişkili rivayetleri piyasaya sürenlerden ve bunları eserlerine muteber rivayetler diyerek alan hadis imamlarımızın ve diğer ulemanın rivayet düşkünlüklerinden kaynaklanmaktadır. Tabii, bu gibi ulemayı körü körüne taklit edenlere de, bu çelişkileri gidermek için zorlama tevillere sığınmaktan başka çare kalmamaktadır.29

 

en-Nevevi, bu problemlere aldırmaksızın ve hiçbir delil göstermeksizin, Deccal'in sıfatlarının Hz. Peygamber 'e vahyedildiğini söylemektedir”30 ki, bu durumda Deccal'in eşeğinin kulaklarının arasının yirmi metre genişlikte olduğu 31 da ona Allah (c.c) tarafından vahyedilmiş olmaktadır. Bu durumun değerlendirilmesini ve takdirini okuyuculara bırakıyor ve yorum yapmaya gerek görmüyoruz.

 

Yine Müslümanların Deccal'e karşı Şam'daki Duhan dağına sığınacakları rivayeti32 karşısında, bugün bir milyarı aşan, gelecekte ise sayılarını Allah'ın bilebileceği Müslümanların -şayet böyle bir dağ varsa- bu dağa nasıl sığacakları bizce merak konusudur. Belli ki, ravilerin bu rivayeti piyasaya sürdüğü dönemde, Müslümanların bir dağa sığabilecek sayıda olduğu kabul edilmekteydi; zira o zaman bu rivayet bir problem doğurmamış görünmektedir; ama bugün bu rivayetin gerçek yüzü tamamen ortaya çıkmış durumdadır. Keza Deccal'in, Isfahan Yahudilerinden olacağına dair rivayet de 33 Hz. Peygamber'in Medineli bir çocuğu Deccal zannetmesiyle çelişmektedir. Bu durumda, "Hz. Peygamber Deccal'in İsfahan Yahudilerinden olacağını bildiği halde, o çocuğu nasıl Deccal zannedebilir?" sorusu da kaçınılmaz olmaktadır.

 

Allah'ın, Deccal'in adamlarına musallat edeceği hastalık konusundaki rivayetlerde de tutarsızlık görüldüğündendir ki, bu durum bazı tevillerle görmezlikten gelinmeye çalışılmıştır.34

 

Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili bazı rivayetlerin başında yer alan, "Daima ümmetten hak üzere olan bir taife (grup) olacaktır." şeklindeki ifadede yer alan, 'taife'den maksadın Şam (Suriye) ehli olduğuna dair, el-Evzai'nin Katade'den yaptığı bir nakil de,35 hayli sıhhati kuşkulu görünmektedir. Bunun Emevileri desteklemek için piyasaya sürülmüş olduğunu görmek hiç de zor değildir. Bunu nakleden el-Evzainin de bu bölgenin insani olması, rivayetin Dimeşk ule-masının biyografilerini yazan ibn Asakir'in Tarihu Dimeşk adlı eserinde yer alması da manidar görünmektedir.

 

Hz. İsa'nın nüzulüne dair rivayetleri okuyunca, bunların bizim çağımızın insanıyla hiç alakası olmadığı, dolayısıyla gerek dışı olduğu intibaına kapılmamak için insanın zaman bilincini kaybetmiş olması gerekir. O kadar ki, Hz. İsa'nın ölünce Benu Temim kabilesinden el-Muk'ad adlı birinin kendisinden sonra halife/reis seçilmesini emredeceğine dair rivayeti 36 okuyan bir insan, bu­gün Benu Temim kabilesi var mıdır, bunlar kaç kişidir, ayrıcalıkları nedir ki, Hz. İsa, kendisinden sonra yöneticinin bu kabileden seçilmesini istemiştir, el-Muk'ad nasıl birisidir ve ne gibi üstün özellikleri vardır, gibi sorulan sormadan edememektedir. Hz. İsa'nın gelecekte ineceği varsayımına göre, gelecek yüzyıllarda bu soruların insana daha da şaşırtıcı, belki de komik geleceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.

 

Bütün bunlar Hz. İsa'nın nüzulü konusundaki rivayetlerin metin tenkidi açısından nasıl bir manzara arz ettiğini gözler önüne sermeye yetecek nicelik ve nitelikte değerlendirmelerdir. Aslında bu metin tenkidi uygulamasında ölçüleri pek sıkı tuttuğumuz da söylenemez. Eldeki malzeme çok daha ince ve ayrıntılı bir biçimde incelendiği takdirde, başka birtakım problemlere dair ipuçları içeren yeni örneklerin ortaya çıkacağında hiç kuşku yoktur.

 

Burada konumuz olmamakla birlikte, önemine binaen bir hususa temas etmekte büyük yarar görüyoruz ki, o da yüzyıllarca kaynaklarda yer alan ve Müslümanların düşünce ve inanç dünyasını etkisi altında bulunduran bu rivayetlerin, bugüne kadar niçin metin tenkidi açısından kapsamlı bir incelemeye tabi tutulmadığıdır. Ortaçağ İslam uleması, bu hadisleri piyasaya sürenlerle aynı veya yakın tarihsel şartlarda yaşadıkları ve o çağda dogmatik ve mitolojik zihniyet egemen olduğu için, bunu gerçekleştirememiş olabilirler. Peki Hz.İsa'nın nüzulüne adeta dinini savunurcasına, tutkuyla ve Hz. İsa'nın nüzulüne inanmayanlara kafir diyecek kadar hırsla savunan el-Keşmiri, Muhammed Şefi ve el-Kevseri gibi çağdaş ulemaya ne demeli? Hasımlarının her vesileyle, hem de uzun bir dille eleştirmekten, hatta bununla yetinmeyip yargılamaktan ayrı bir zevk duyan el-Kevseri, bu eleştirel tavrını niye Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler karşısında sergileyememiştir? Bunun cevabı açık ve nettir: Dogmatik, taklitçi ve kati gelenekçi zihniyet!

 

Öte yandan, bu vesileyle, İslam dünyasında etkili olan bu gibi ulemanın, gerçekte ne ölçüde ilmi tutum sahibi olduklarının sorgulanmasının ne kadar gerekli olduğu da ortaya çıkmış olmaktadır. Çünkü İslam dünyasında hala baş tacı edilen bu gibi ulemanın, en basit bir muhakemeyle dahi teşhis edilebilecek problemleri görmekten aciz kalmış olmaları, ilim ve alim (ulema) tanımlarımızı da gözden geçirmemiz gerektiğini göstermektedir. Ayrıca, klasik yöntemlerle yapılacak hadis tetkikleriyle bir yere varılamayacağı ve yeni yöntemlere ihtiyaç bulunduğu da bu vesileyle bir defa daha ortaya çıkmış olmaktadır.

 

Yabancı Kaynaklar

 

Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadislerin son derece problemli, hatta Hz. Peygamber 'e aidiyeti kuşkulu oldukları, bunların büyük ihtimalle, Yahudi ve Hıristiyan kültürü başta olmak üzere, çevre kültürlerden etkilenerek ortaya atıldıkları da söylenebilir.37 Nitekim Hz. İsa'nın Deccal'i öldürmesi, Yecüc-Mecüc ile savaşması ve duası üzerine kuşların onların cesetlerini yeryüzünden temizlemesi ile ilgili hadislerdeki detayların, Eski Ahit'te, özellikle İşaya kitabında geçen     hususlarla paralellik arz ettiğine dikkat çekilmiş olması,38 hatta birçok rivayette de geçtiği üzere, Hz. İsa'nın yeryüzünde kırk sene kalacağını anlatan Velid b. Muslim'in bunu Daniel kitabından aldığını açıkça ifade ederek, "Daniel'de böyle okudum." demiş olması,39 böyle bir etkileşimin bir varsayım olmaktan öte bir anlam ifade ettiğini göstermektedir.

 

Yine konuyla ilgili bazı hadislerde Mesih'in Deccal'i öldüreceği, adaletle hükmedeceği, yeryüzüne güvenliğin hakim olacağı, dolayısıyla aslanların develerle, kaplanların ineklerle, kurtların koyunlarla bir arada yaşayacağı, bebeklerin ellerini yılanların ağzına sokacakları, ama yılanların onları sokmayacakları anlatılmaktadır.40

 

M.Ö. VIII. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Beni İsrail peygamberlerinden İşaya'nın kitabında kurtarıcı Mesih hakkında anlatılanlar da neredeyse aynıdır:

 

(..) fakat fakirlere adaletle hükmedecek ve memleketin fakirleri için doğrulukla karar verecek ve dünyaya azığının değneğiyle vuracak ve kötülüğü dudaklarının soluğuyla öldürecek ve belinin kuşağını adalet, kalçasının kuşağı da sadakat olacaktır.

 

Ve kurt kuzu ile beraber oturacak ve kaplan oğlakla beraber yatacak ve buzağı ve gene aslan ve besili sığır bir arada olacak ve onları küçük bir çocuk güdecek ve inekle ayı otlanacak, onların yavrulan birlikte yatacak ve aslan sığır gibi saman yiyecek ve emzikteki çocuk kara yılanın deliği üzerinde oynayacak ve sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğu üzerine koyacak. Bütün bunlar mukaddes dağımda zarar vermeyecekler ve helak etmeyecekler.41

 

Görüldüğü gibi, hadis ile Kitab-ı Mukaddes ifadeleri arasındaki benzerlik çarpıcıdır ve bu benzerlik, söz konusu hadislerin İşaya kitabının ifadelerinin Hz. Peygamber 'e izafe edilmesinden başka bir şey olmadığını açıkça gözler önüne sermektedir.

 

Hz. İsa'nın gökten inerken ellerini iki meleğin kanatlan üzerine koyarak geleceği ve onun nefesini hisseden bütün kafirlerin öleceği de hadislerde ifade edilmekte olup,42 aynı anlatım, hadislerden çok önce Daniel ve İşaya kitaplarında da geçmektedir. Hz. İsa'nın nefesiyle kafirleri öldürmesi, İşaya kitabının yukarıda zikredilen "Ve kötülüğü dudaklarının soluğuyla öldürecek." ifadesindeki kötülük yerine kafir kelimesinin konmasından başka bir şey değildir. 

 

Daniel kitabında Mesih'in göklerin bulutlarıyla geleceği:43 Matta'da ise. göğün bulutlan üzerinde kudretle ve büyük bir izzetle geleceği-44 ifade edilmek­te ve İncil yorumcuları tarafından göğün bulutlan melekler olarak yorumlan-makta ve Mesih'in, meleklerin kanatlan arasında nazil olacağı ifade edilmektedir.45 Mamafih bu yoruma gerek duymaksızın, Hz. İsa'nın bir bulut üzerinde geleceği şeklindeki tasvir, Ka'bu'l-Ahbar aracılığıyla İslam ’i literatüre de girmiş görünmektedir.46

 

Bu örnekler, Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair hadislerin birçoğunun İslam öncesi kaynaklardan beslenerek piyasaya sürüldüğünü tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde ortaya koymaktadır.

 

Bütün bu değerlendirmeler şunu açıkça göstermektedir: Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair İslami rivayetler, gerek isnad, gerek muhteva açısından son derece problemli, dolayısıyla kabulü mümkün olmayan bir nitelik arz etmekte; ayrıca bu rivayetlerin bir kısmı da, İslam öncesi kaynakların verdikleri bazı bilgilerin hadisleştirilmesinden öteye geçememektedir. Bu ise, söz konusu rivayetle­rin dini alanda bir delil olarak kullanılmasının imkansız ve geçersiz kılmaktadır. Burada şu soruyu tekrar sormadan geçmemek gerekir: Hz. İsa'nın nüzulüne dair hadislerin beslendiği kaynakların başında gelen Daniel ve İşaya kitabı başta olmak üzere, İslam öncesi din ve kültürlerin literatürü, ta İslam öncesi dönemlerden beri var olduğu halde, muhaddislerimiz ve sair ulemamız, bizim burada gerçekleştirmeye çalıştığımız mukayesenin bir benzerini bugüne kadar niçin yapamamışlardır? Bunun sebebi, malzeme yokluğu olamayacağına göre -çünkü bizim kullandığımız kaynaklar onların zamanında da mevcuttu-, geriye, zihniyet ve metod açısından ortada sağlıklı olmayan bir durumun varlığını kabul etmekten başka bir sebep kalmamaktadır. Bu da, bize, klasik hadis usulü formasyonunun, hadisleri değerlendirmede yeterli olmadığını, bu usule metin tenkidinin de eklenmesi gerektiğini; metin tenkidinin ise, dinler tarihi, sosyoloji, antropoloji, tarih, arkeoloji vb. disiplinleri kuşatan disiplinlerarası bir yaklaşımı zorunlu kıldığını göstermektedir.

 

4. Bilgi Teorisi Açısından Konuyla ilgili Hadislerin Değeri

 

Klasik hadis usulünün en temel eksikliklerinden birisi, rivayetlerin bilgisel değeri üzerinde hemen hiç durmamasıdır. Halbuki klasik fıkıh usulü, haberlerle ilgili bölümlerde, ağırlığı, —isabetli olarak- rivayetlerin bilgi değerine dair derin epistemolojik tartışmalara ayırmış bulunmaktadır.47 Klasik hadis usulünde mütevatir haberlerin sadece kesin bilgi ifade ettikleri belirtilerek, son derece cılız açıklamalarla yetinilir. Ahad haberlerin bilgisel değerine dair verilen bilgiler ise son derece kısa ve yetersiz olup, sadece genelde hadis ehlinin tercihini yansıtır niteliktedir. Halbuki, kanaatimizce, hadislerle ilgili birçok problemin çözümü, her şeyden çok, meselenin epistemolojik açıdan ele alınmasıyla mümkündür. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili hadisler için de aynı şeylerin geçerli olduğunu belirtmeye gerek bile yoktur.

 

Bütün haberler gibi, Hz. İsa'nın ikinci gelişine dair rivayetlerin bilgi değeriyle ilgili olarak mantıken üç, ihtimal söz konusudur: Bu rivayetler; ya kesinlikle doğrudur/sağlamdır ya kesinlikle uydurmadır/yanlıştır ya da her iki ihtimal de geçerlidir.

 

Bir konudaki rivayetlerin kesinlikle doğru ve gerçeğe mutabık olabilmesi için mütevatir olması gerektiği, genel kabul görmüş olan bir görüştür ve İslam ulemasının da büyük çoğunluğu bu görüşü benimsemiştir; fakat hakim kanaat bu olsa da, mütevatir haberlerin zorunlu bir bilgi (el-'ilm ed-darüri) veya matematik bir kesinlik (el-'ilm el-yakini) değil de, istidlale dayalı bir bilgi (el-'ilm en-nazari) ifade edebileceğini savunan pek çok İslam alimi de vardır. Hatta mütevatir bile olsa haber/rivayetlerin hiçbir zaman matematik bir kesinlik ifa­de edemeyeceğini; olsa olsa insanda haberlerin doğruluğuna dair bir tatmin duygusu ('ilmu tuma'nine) oluşturabileceğini ileri süren İslam alimleri de -görüşleri pek fazla revaç bulmuş olmasa da- var olmuştur. Bunların dışında, sınırlı da olsa, haberin hiçbir şekilde bir bilgi ifade etmesinin söz konusu olamayacağını savunanlar da çıkmıştır.48

 

Mütevatir haber/rivayetlerin kesin bilgi ifade edip etmeyeceği konusundaki bu farklı yaklaşımlar göz önüne alındığında, meselenin bir tercih meselesi olduğu anlaşılmaktadır. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin -mütevatir olduğu varsayılsa bile- kesin ve inanılması zorunlu bir bilgi ifade ettiği iddiası, ancak belli bir kesimin tercihleri doğrultusunda savunulabilecek bir iddia olmak durumundadır.

 

Mamafih, biz yine de hakim geleneksel yaklaşımı benimseyerek, mütevatirin kesin veya ona yakın bir bilgi ('ilmu tu'manine) ifade ettiğini kabul edelim; ancak, bu takdirde bile, Hz. İsa'nın nüzulü ile ilgili hadisleri bu kategoriye sokmak imkansızdır; çünkü, söz konusu olan tevatür, gerçek anlamdaki bir tevatürdür. Hadisler söz konusu olduğunda bunun adı 'lafzi tevatür'dür; ki, tevatür denilen budur. Yoksa birçok konuda birbirinden tamamen farklı olan; ancak sadece bir noktada müşterek olan ve sahih, hasen, zayıf ve hatta mevzu hadisle­rin bir araya toplanmasından öte anlamı olmayan rivayetlerin, tevatürle şu ve­ya bu şekilde ilgisi yoktur. Bunlar, olsa olsa pek çok ahadın bir araya getirildiği ve en iyimser ifadeyle, meşhur denilebilecek rivayetler olabilir. Hz. İsa'nın nüzulüyle ilgili rivayetlerin de ahad haberlerin bir araya getirilmesinden başka bir şey olmayıp, tevatürle ilgisinin bulunmadığına zaten daha önce temas etmiş idik. Bu durumda, bu rivayetlerin, kesin olarak Hz. Peygamber in ağzından çıktığını ileri sürmenin mümkün olmadığı açıklık kazanmış olmaktadır.

 

Konuyla ilgili hadislerin ahad olduklarında hiçbir şüphe yoktur. Böyle olunca, tanım gereği ahad hadislerin, "doğru/yanlış veya gerçek/uydurma olma ihtimali bulunan rivayetler" şeklinde değerlendirilmesi gerektiği de kesinlik kazanmaktadır; ancak bu rivayetlerin yaklaşık üçte birinin mevkuf, mürsel ve maktu rivayetler olduğu, başka bir ifadeyle, Peygamber sözü olmadıkları, geriye kalan rivayetler içerisinde de pek çok zayıf ve hatta uydurma rivayetlerin bulunduğu tekrar hatırlanacak olursa, bu yüz yetmiş sekiz rivayetten ciddiye alınabilecek olanların sayısının oldukça azalacağı kolayca anlaşılır. Bu durumda, geriye kalan hadislerin tamamı sahih bile olsa, bunların inkarı küfrü gerektiren bir inanç ve iman esasına vazetmek için yeterli olamayacağı ortadadır.

 

Geriye bir ihtimal daha kalmaktadır; o da, bu rivayetlerin kesinlikle mevzu veya merdud olmasıdır. Bugüne kadar üzerinde durulmayan bu ihtimalin, en az ilk iki ihtimal kadar, hatta daha da fazla geçerli olması pekala mümkündür. Çünkü beklenen ilahi kurtarıcı fikrinin İslam öncesi hemen hemen bütün dinlerde mevcut olması, bu dinlerin çoğunun İslam'ın yayıldığı bölgelerde de bilinmesi, ortada bir etkileşimin bulunabileceği ihtimalini güçlendirmekte ve bu rivayetlerin İsrailiyat-Mesihiyat denilen kategoride değerlendirilmesine imkan vermektedir. Hatta Hz. İsa'nın inişini ispat için delil olarak kullanılan bazı hadislerin, Daniel ve İşaya kitaplarının aynen kopyalanmasından başka bir şey olmadığının ortaya çıkmış olması, bu ihtimali ciddi bir biçimde güçlendirmektedir. Bu rivayetlerin birbirleriyle son derece çelişkili olması, pek çok tutarsızlıkları bünyesinde barındırması ve tamamen ravilerin içinde yaşadıkları tarihi şartları yansıtması, bugünün insanına hitap etmemesi, hitap etmek şöyle dursun anlamsız ve komik görünmesi de, bu rivayetlerin sıhhatini ciddi olarak şüpheli bir hale getirmektedir. Bırakın bir peygamberi, aklı başında bir insanın bile, bir konuda bu kadar çelişkili ve tutarsız beyanlarda bulunmasının mümkün olmadığı göz önüne alınacak olursa, bunların, Hz. Peygamber'in sözleri olmaktan ziyade, tedavüle konulduğu dönemin insanlarının zihniyetini, bakış açısını ve yabancı kültürlerin etkilerini yansıtan, sahte hadisler olarak nitelendirilmesi pek de yanlış olmayacaktır.

 

Özetlemek gerekirse, Hz. İsa'nın ikinci gelişi inancını bu konudaki rivayetlere dayanarak savunmak mümkün görünmemektedir; Çünkü ne bu rivayetlerin yer aldıkları kaynaklar tamamen güvenilirdir, ne isnadlarının tamamı sağlamdır, ne de metin tenkidi açısından tutulacak bir durumları vardır. Böyle olunca, bunun, inkarı küfrü gerektiren bir inanç esası olarak kabul edilmesi -ve tabii dayatılması- imkansız bir hale gelmektedir. Hele işin içine, bilimselliğin gereği olan temkin ve ihtiyat da girince, artık bu konunun bir inanç, meselesi olmaktan ta­mamen çıkarılması gerekeceğinde şüphe kalmaz. Yüzyıllarca Hz. İsa'nın inebileceğini kabul eden, bu beklenti içine giren, bu konuyu ciddiye alarak pek çok eser yazan İslam ulemasının, bu incelememizde işaret edilen problemlere bakarak, konuyla ilgili rivayetleri artık ciddi bir delilmişçesine sunmaktan da vazgeçmeleri gerekliğine inanıyoruz. Elbette bu konu bilimsel bir mesele olarak her zaman tartışılabilir. Ancak konuyla ilgili rivayetlerin durumunu görmezlikten gelerek, hala Hz. İsa'nın ineceğini savunup bunu bir iman meselesi yapmak; ancak cehalet, kör taklit ve dogmatizm ile mümkün olabilir. Hatta bu zihniyet, Allah'ın Kadir-i Mutlak olduğunu ve isterse bir insanı göğe çıkarıp, binlerce yıl gökte yaşattıktan sonra yeryüzüne indirebileceğini; bunun, Onun için hiç de zor olmayacağını söyleyerek Hz. İsa'nın ineceği inancını hala ısrarla savunmaya devam da edebilir; ama şunu unutmamak gerekir ki, bir şeyin imkanı ile vukuu farklı şeylerdir. Hz. İsa'yı Allah'ın -isterse- göğe çıkarıp tekrar in­direbileceğini kabul etmekle iş bitmemektedir; bunun gerçekten vuku bulacağına dair elimizde 'kesin bilginin de bulunması gerekir. Bu rivayetlerin ise, bu kesin bilgiyi bize vermesi hiçbir şekilde mümkün değildir. Ayrıca, Allah Kadir-i Mutlak olduğu gibi, Hakim'dir de... Dolayısıyla, O'nun (c.c) Hz. İsa'yı göğe çıkarıp tekrar indirmesinin -kevni ve ictimai alandaki sünnetullah da nazarı itibara alındığında- ne gibi bir hikmetinin olabileceğini de izah etmek icap eder. Bütün bu hususları görmezlikten gelip, hala inatla imkanı değil; ama sübutu şüpheli bir hususu iman esası gibi savunmak, tekrar belirtelim ki, ancak dogmatizmle mümkün olabilir. Bu tür bir zihniyetin sürdürülmesi ise, her şeyden fazla, bizzat İslam'a, Hz. Peygamber'e ve hadislere zarar verecektir. Bu incelemenin sonuçları bizlere icma iddiasının da pek o kadar sağlam ve yeterli olmadığını göstermektedir. Çünkü Hz. İsa'nın nüzulünü savunanların dayanaklarından birisi de, sahabe, tabiin ve fıkıh, hadis, tefsir ve kelam ulemasının bu konuda hemfikir oldukları,49 yani bu konuda icma olduğu iddiasıdır. Bu iddia doğru bile olsa, bu incelemede ortaya çıkan problemler karşısında bunun herhangi bir değeri olamayacağı açıktır. Çünkü icma iddiasıyla, bu konudaki problemler ve bunların yıl açtığı ciddi şüpheler ortadan kalkmış olmamaktadır. Dolayısıyla, bu icma iddiası, mücerret bir iddia olmak dışında, herhangi bir değer taşımamaktadır. Bu durum bir inanç ve düşüncenin yüzyıllarca benimsenmiş olmasının, onun doğruluğunu göstermeye yetmediğini de gözler önüne sermektedir. Bu ise, icmaın dayanağını oluşturan, ümmetin hata üzere birleşmeyeceği iddiasının, yeniden gözden geçirilmesini de zorunlu kılmaktadır.

 

1  Mesih konusunda yazılanlar için bkz. Zeki Sarı toprak, İslam İnancı Açısından Nüzul-i İsa Meselesi, İzmir 1997; Mehdi konusunda yazılanlar için bkz. M. Ali Durmuş, Mehdi Hadislerinin Tetkiki, A.Ü.İ.F., Ankara 1999  (basılmamış yüksek lisans tezi)..

 

2  Bu konuda bkz. el-Keşmir’inin et-Tasrih bi-ma tevatera fi nuzuli'l-Mesih adlı eserine, Beyrut 1981 (3. baskı); tilmizi Pakistan Müftüsü Muhammed Şefi'nin yazdığı Mukaddime; el-Kevser’inin Nazra 'abira fi men yunkiru nuzu/e 'İsa (a.s) kable'l-ahira adlı eseri, Kahire 1987 (2, baskı) ve Zeki Sarı toprak' ın adı geçen eseri ve özellikle s. -43-75.

 

3  el-Keşmiri, age., s. 272.

 

4  Bu konuda  geniş bilgi için bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis  Metodolojisi,  Ankara 1999. II. Bölüm

 

5  es-Suyuti ve el-Camiü's-sağir ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. Kırbaşoğlu, age., syf. 332-336.

 

6  ibn Hacer ile ilgili olarak bkz. age., s. 331-332.

 

7  Önüne geleni eleştirmekten geri durmayan münekkit el-Kevseri bile, Nüzul-i İsa hadislerinin  mütevatir olduğunu bilimsel bir incelemeyle kendisi ortaya koyacağına, sadece et-Taberi, el-Aburi, ibn Atiyye, ibn Ruşd el-Kebir, el-Kurtubi, Ebu Hayyan, (İbn Kesir, İbn Hacer, eş-Şevkani, Sıddık Han  ve el-Keşmiri gibilerin ileri sürdükleri mücerret tevatür iddiasıyla yetinmiş. yani onların otoritelerine sığınmaktan başka bir şey yapamamıştır.Bkz. el-Kevseri, age., s. 69

 

8  Age., s. 93-94

 

9  Babanzade Ahmed Naim, Tecrid-Sarih Tercemesi, I, 104.

 

10 Bkz. Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, s. 105.

 

11 Age., s. 180-261.

 

12 Bkz. et-Tasrih, s. 76, 83, 84.

 

13 et-Tasrih, s. 92, 96.

 

14 et-Tasrih, s. 95, 102, 179, 191.

 

15 et-Tasrih, s. 115-116, 296.

 

16 et-Tasrih,  s.   116-117.

 

17 et-Tasrih, s. 119.

 

18 et-Tasrih  s.   119.

 

19 et-Tasrih, s.   124-125.

 

20 et-Tasrih, s.   129.

 

21 et-Tasrih, s.  130-131.

 

22 et-Tasrih, s 136-139.

 

23  et-Tasrih, s. 150.

 

24 et-Tasrih, s.  154.

 

25 et-Tasrih, s.  155.

 

26 et-Tasrih, s. 164.

 

27 et-Tasrih s. 180.

 

28 et-Tasrih. s. 183-184

 

29  et-Tasrih. 184.

 

30  et-Tasrih, s. 185.

 

31 et-Tasrih s. 193, 274.

 

32 et-Tasrih, s. 194

 

33 et-Tasrih s. 196

 

34 et-Tasrih s. 204

 

35 et-Tasrih s. 220

 

36 et-Tasrih s. 231

 

37 İslam öncesi din ve kültürlerdeki mesih düşüncesi hakkında bkz. Zeki Sarıtoptak .age.s.3-40

 

38 Sarıtoprak, age, s.81 (Bell, The Origin of Islam s.206’dan naklen)

 

39 Sarıtoprak, age, s.98 (Nu’aym b.Hammad, Kitabu’l-fiten, s.335’ten naklen)

 

40 El-Keşmiri, et-Tasrih, s.96, 153-154, 161

 

41 Zeki Sarıtoprak, age., s. 13-14 (İşaya 11: 1-9'dan naklen).

 

42 el-Keşmiri, age., s. 116-117.

 

43 Zeki Sarıtoprak, age., s. 15 (Daniel 7: 13-14'len naklen).

 

44 Sarıtoprak, age., s. 23 (Matta 24: 29-30'dan naklen).

 

45 Sarıtoprak, age., s. 24 (KM Cemiyeti, Hz. isa tekrar gelecek mi?, s. 4'ten naklen).

 

46 Sarıtoprak, age., s. 87 (es-Suyuti, Nuzulu İsa, s. 86'dan naklen).

 

47 Bu konuda verilebilecek en mükemmel klasik usul-i fıkıh kitabı kuşkusuz, Ebu'l-Huseyn el-Basri'nin, el-Mu'temed fi usuli'd-din adlı eseridir. Ayrıca el-Ca*sas'ın el-Füsul fi'1-usul’ü de burada zikredilmelidir.

 

48 Bu anlatılanlarla ilgili geniş bilgi ve tartışmalar pek çok usul-i fıkıh kitabının ahbar'a (haberler)  tahsis edilmiş bölümlerinde yer almaktadır

 

49 el-Kevseri, age., s.65

 

 

 

 

PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265679 ziyaretçi (499657 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol