PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Prof.Dr.M. Sait Hatipoğlu ile Kur'an Dışı Vahiy Üzerine Bir Söyleşi

PROF.DR MEHMET SAİT HATİPOĞLU İLE KUR’AN DIŞI VAHİY’ ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Hatipoğlu Hocamız Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi Hadis Kürsüsünden emekli olup hala Hadis/Sünnetle ilgili çalışmalarına devam etmektedir.

İKTİBAS DERGİSİ, sayı: 197.

Kürşat Atalar - Hocam, namaz konusunda şöyle bir görüş var:“ Peygamberimiz namazı, kendinden önceki ümmetlere de namaz emri olduğu için, öncekilerin kıldığı gibi kıldı. Yani Allah ona ‘namazı şöyle kılacaksın, böyle kılacaksın’ demedi. Kendisi kıldı; Allah da bunu onayladı. Bu görüşün amacı vahy-i gayri metluv ya da hadis-i kudsî gibi müracaat kaynaklarını önlemek olarak görünüyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Prof. Dr. Mehmet. Sait Hatipoğlu - Büyük bir probleme parmak bastınız. Bu da Peygamber Efendimizin kültürünün kaynakları meselesi. Yani bizde Peygamberin Sünneti konusunda bir bilgi var; bu bilginin kaynakları nereden geliyor? Yani Rasulullah mesela bahsettiğiniz namaz mevzûunu, namaz kılmayı kimden öğrendi, nasıl öğrendi, nasıl tespit etti meselesi var. Bu meselede hadis kaynaklarının verdiği cevaplar, “Rasulullah bunu Cebrail (A.S.)’dan öğrenmiştir ve öğrendiği şekilde de tüm müslümanlar kendisinden öğrenmiştir” şeklindedir. Bunun dışında bazı kimseler Rasulullah bunu kendisinden önceki geleneklerle öğrenmiştir demektedir; tabii bir namaz geleneği var, ibadet geleneği var. Bunlardaki şirk unsurlarını temizlemiş ve ideal bir ibadet olarak kendisi tertip etmiş şeklinde bir iddia da var...
Mehmed Durmuş - Kendi “içtihadı” mı oluyor yani hocam.
M.S.Hatipoğlu.- Kendi içtihadı olarak görenler de var. Ama, kaynak kim olursa olsun, Hz Peygamber ve ashabının kıldıkları namaza hiçbir Kur’anî itiraz yoktur. Yani Cenab-ı Hakkın tasvibine mazhardır namaz. Mamafih Rasulullah’ın bütün yaptıklarının bizzat aldığı talimatla, vahiyle olduğu şeklinde bir iddia ileri sürmek mümkün değildir. Yani bir 23 sene Peygamberliği devam etmiş bir zatın bütün fiillerinin ilahi talimatla olduğu şeklindeki bir iddiayı kabul etmek durumunda değiliz. Çünkü bunun aksini gösteren hadisler var. Bizzat Peygamberimizin Cenab-ı Hakk tarafından itâba maruz kaldığı yerler vardır. Ayetlerde bunun delilleri var. Yani her hareketi Allah’ın emriyle olsaydı, Rasulullah böyle bir tenkide maruz kalmazdı, diyoruz. Onun dışında, bizzat kendisinin, kendi fillerine getirdiği değişik yorumlar vardır. Yani değiştirdiği fikirleri vardır.
M.D.- Örnek verebilir misiniz?
M.S.Hatipoğlu.- Mesela Rasulullah, korkunç bir cinayet işlemiş birilerinin “yakılması” emrini vermiş. Rivayetlerde böyle. Daha sonra bu emrinden vazgeçmiş. “Yapmayın” diyor, “bize yakışmaz; Yakmak, Allah’a mahsustur” diyor..
“Ben size şöyle şöyle demiştim. Bundan sonra artık böyle yapmayın” gibi tasarrufları var. Eğer diyoruz, ilahi talimatın gereği böyle birşey yapmış olsa, böyle bir fikir değişikliğine gerek kalmazdı. Onun dışında bizzat sahabenin müdahalesiyle değiştirdiği fiilleri vardır Rasulullah’ın. Tarihî hayatında bunların misallerine sahibiz. Böyle olunca, Peygamberimizin, 1) vahiyle malumat sahibi olduğu hususlar var, 2) kendi içtihadını kullandığı yerler var. İslam dünyasında bu iki kaynağın sınırını ayırdedebilmek ölçüsünü tam olarak koyan, ben şahsen hiçbir alimi göremedim. Yani bizim için ilahi olan nedir, ilahi olmayan nedir? Bunun ayrımını tam yapamıyoruz bugün. Çünkü bunun ayrımını Peygamberi-miz “benim şu emrim ilahidir, şu emrim gayr-i ilahidir, bendendir” diye her fiilinde söylemiş değildir. Söyledikleri birkaç fiildir. Bunun dışında, Peygamberimize bizzat icrâ hürriyeti tanıyan ayetler var:“istersen yap, istersen yapma!” diyen ayetler var. Peygamberimizin siyaset ve devlet idaresi ile ilgili tatbikatlarında tamamen kendi içtihadlarıyla hareket ettiği sahalar var. Şimdi bu sahaların ilahi ve gayr-i ilahi noktaları ayırt etmemiz mümkün değil bizim için. O bakımdan, vahiy gayri metluv diye bir kaynağı ben hâlâ sarâhaten anlayabilmiş değilim. Yani bir Kur’an’ı Kerim var. Bütün müslümanlar bunun vahiy mahsulü olduğunda müttefiktirler. Bunun dışındaki bir görüş, İslama aykırıdır. Ama Kur’an’ın dışında da vahiyler olduğu şeklinde pekçok alimden gelen ifadeler var. Peygamberimize de dayıyorlar ve bunların fiili örnekleri olarak ta kudsî hadisler dediğimiz, bir takım rivayetlere başvuruluyor. “Allah bana şöyle söyledi...” Peki neyle söyledi? vahiyle mi, ilhamla mı, yoksa siz burada “Allah’ın bu mevzuda şöyle söylemesi bana uygun geliyor” şeklinde bir anlayışamı gideceksiniz? Çünkü bazı alimler vardır ki, “Peygamberimiz Allah adına konuştuğu zaman yine kendisi konuşuyor” diyorlar. Yani, Cenab-ı Hakk, bu mevzuda hüküm verseydi ne derdi? Bundan bahsediyorlar.
Furkan Şahin- Yani yine içtihad ediyor.
M.S.Hatipoğlu.- Evet, içtihadta bulunuyor. “Allah adına böyle birşey söylüyor” diyor bazı alimler ki benim için de bu mümkündür. Yani, bu hadisler için:“Cenab-ı Peygambe-rin, Allah’ı en iyi tanıyan bir fert olarak, Allah adına herhangi bir mevzuda söylenmiş bir görüşüdür” şeklinde bir tarife gitmek mümkün olur gibi geliyor bana şahsen. Çünkü bizde, gündelik hayatımızda bile, herhangi bir meseleyle, mühim bir meseleyle karşılaşsak, Allah adına hüküm vermeye kalkıveriyoruz hemen. Diyelim biz çok sevimli bir kediyi ezerek öldüren bir adamı görsek ne deriz? “yahu, Allah bunu bilmem kaç kamyon odunla yakar!” deriz mesela. Yani Allah adına biz orada hüküm veriyoruz. Neye dayanarak bu hükmü verebiliyoruz? Çünkü Cenab-ı Hakk’ın adaletine, merhametine ve şefkatine dair bizim Kur’an’dan aldığımız bir kanaatimiz var. O kanaat çerçevesinde “Allah adına” bir içtihadta bulunuyoruz.
K.A.- Hocam, bu vahy-i gayri metluv konusunu sadece hadise değil, bizzat Kur’an’a dayandıran-lar var. Mesela, Hz Zeynep’le ilgili Tahrim suresinde bir ayet var: “Biz onu sana bildir-diğimiz zaman...” şeklinde geçiyor. Bunun gibi, Mevdudi de kitabında 10 küsür ayet sıralamış. Acaba bunlar delil olabilir mi?
M.S.H.- Kur’an-ı Kerim’de metnen olmadığı halde, kendisine Allah’ın bildirdiğinden bahseden bazı ayetler var. Diyelim ki o Tahrim Suresi’ndeki ayette: “bunu sana kim bildirdi.Allah bildirdi” deniyor. Şimdi Allah’ın bildirmesi meselesi ayetle mi olmuştur yoksa Allah’ın imkan verdiği, bir durumla mı olmuştur? Bu nokta açık değildir. Siz, Cenab-ı Hakk’ın verdiği bir imkanla güç birşeye eriştiğiniz zaman, onu Allah’a nispet edersiniz. Ama bu, fiili olarak sizin yaptığınız bir iştir. Ama yalnız başınıza kendinizin yapamıyacağını tahmin ettiğiniz için, onu, Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu olarak görürsünüz. Burada da benim anlayışım o. Hz. Zeynep’le ilgili Tahrim Suresi’ndeki ayette, dışarıdan bir bilgi olarak durumu anlamıştır Peygamberimiz, öğrenmiştir; fakat bu bilgiyi Cenab-ı Hakk’a nispet eder. Bunun pekçok örneği var Kur’anı Kerim’de. Mesela “borçlandığınız zaman katipler bunu yazsın” diyen ayette, “Allah’ın öğrettiği şekilde yazsın” diyor o katibe. O katip, Allah’ın mektebinden çıkmış değil ki, Yani Allah öğretmedi ona, değil mi? Ama Cenab-ı Hakk, o katibin hesap yapmayı öğrenmesini mümkün kılmıştır. Siz mesela fakültede okudunuz, değil mi? Sizi Allah mı okuttu öne diz çöktürüp te? Hayır, öyle birşey yoktu. Ama siz ne diyorsunuz? “Allah’ın yardımıyla okudum; Allah bana imkan verdi, okuttu” diyorsunuz. Aynı ifadenin, aynı esprinin Kur’an-ı Kerim’de misalleri vardır. Peygamberimiz bu yolla gelmiş olan bilgilere de sahiptir. Yani bilgi beşeri vasıtayla geliyor, ama onun kaynağı Cenab-ı Hakk’tan olduğu için, Cenab-ı Hakk’ın lütfu olduğu için, bir imkan olduğu için, onu Cenab-ı Hakk’a nispet ediyor. Yani bu yoldaki ayetleri böyle anlamak gerektiğine inanıyorum.

PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265845 ziyaretçi (499850 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol