PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Hz.Peygamber'in Merhamet Eğitimi

 

İNSANLIK MERHAMET ÜZERİNE KURULUDUR. MERHAMETİNİ KAYBEDEN İNSANLIĞINI KAYBEDER”

Peygamber Efendimiz bir hadisinde “Kişi sevdiği ile beraberdir.” buyurur söz ve düşünce aleminde yarım saat onunla olmak istiyoruz. Buna hazırsanız ki gönülleriniz ve gözleriniz buna hazır olduğunu gösteriyor buyurun onunla birlikte olmaya gidelim.

Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (sav.) 1400 kusur yıl önce dünyaya teşrif ettiklerinde kainatın ufkuna bir güneş gibi doğmuş. Onun gelişi ile insanlık şeref ve haysiyete kavuşmuş, zulüm yerine adalet, kuvvetin yerine hak, yalanın yerini hakikat almıştır. Cehalet ve esaretin zincirleri kırılmış, İlim ve hürriyete kavuşulmuş, kadın bir ticaret metanı olmaktan çıkarılarak toplumda itibarlı yerini almıştır.

Hz.Peygamber a.s’ı bir tek kelimeyle anlatın diyecek olursanız Sevgili Peygamberimizi anlatan en güzel kavram şüphesiz rahmettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Resul-i Ekrem’e hitaben: “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ 21/107) buyrulmuştur. Sevgili Peygamberimiz de kendisinin rahmet Peygamberi olduğunu ve bu rahmeti yeryüzünde egemen kılmak için her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanmaya razı olduğunu ifade etmiştir.  Hz.Peygamber, Kur’an’da “üstün ahlâk sahibi”, “âlemlere rahmet” ve “güzel örnek” olarak nitelenen kişiliğiyle her çağa hitap edebilecek özelliğe sahiptir. Kendisinden kötüler hakkında beddua etmesi istendiğinde, o güzel Peygamber, “Ben bedduacı olarak değil, âlemlere rahmet olarak gönderildim” (Müslim, “Birr”, 87); “Ben, rahmet ve hidayet rehberiyim” (Dârimî, Sünen, “Mukaddime”, 3) buyurmuştu.

“Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir” (Tevbe, 9/128-129) Bu âyet, Peygamber Efendimiz’in (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisine inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir. Nitekim Şefkat Peygamberi (sav) ümmetine olan bu düşkünlüğünü şöyle ifade etmişti: “Hiç şüphesiz ben size bir babanın evlatlarına olan durumu gibiyim.

Kur’an, Hz.Peygamber’in merhamet özelliğini şu lâfızlarda takdim etmektedir: “Allah’ın rahmeti sâyesinde ey Muhammed sen insanlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için mağfiret dile.” (Âl-i İmrân, 3/159)

Çünkü Allah Teâla ona:“İnsanlarla ilişkilerinde hoşgörü ve kolaylık tarafını gözet, iyiliği emret ve cahillerden yüzçevir!” (el-A’râf, 7/199) buyurmaktaydı.

Allah Rasûlü’nün (sav) insanlara engin merhameti öyle boyutlara ulaşmıştır ki inkâr edenlerin bile hidayete ermeleri için çabalamıştır. Allah Kur'an'da şöyle buyurmuştur: “Bu söze (Kur’an’a) inanmıyorlar diye neredeyse kendini telef edip bitireceksin”[6]. Nitekim o, Allah’ın dinine davet etmek için yurtlarına gelen Allah elçisini feci bir şekilde karşılayan ve şehrin ayak takımı insanlarını üzerine salan Taif halkı için beddua etmek bir yana Allah’a şöyle yalvarmıştır: Allahım,
Güçsüz ve çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arz ve şikayet ederim Ey merhametlilerin merhametlisi, her kesin zayıf görüp de dalına bindiği, biçarelerin Rabbi Sensin Sensin Rabbim benim Beni kime bıraktın! Huysuz ve yüzsüz yabancıya mı, yoksa bu işimde bana hakim olacak düşmana mı?
Allahım, gazabına uğramaktan, rahmetinden uzak kalmaktan, karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahireti salâha kavuşturan ilâhi nuruna sığınırım Rızanı dilerim Sana sığınırım Bütün kuvvet, her kudret ancak Sendendir!”

Hz. Peygamber (sav) Uhud savaşı esnasında düşmanın ani hücumu karşısında dişi kırılıp yüzüne miğferinin bir parçası saplandığı ve yüzünden dökülen kan yere düşeceği esnada, hemen ellerini kaldırarak "Allah'ım kavmime hidayet et, çünkü onlar (beni) bilmiyorlar" niyazıyla can düşmanı olan kâfirlerin başına gelmesi muhtemel bir belayı önlemeye çalışmıştı.

Mekke’de müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskısı dayanılmaz boyutlara ulaşınca bir kısım müslümanlar, Allah Resulünün izni uyarınca Habeşistan'a sığındılar. Fakat Mekke müşriklerinin gönderdiği heyet Habeşistan hükümdarından sığınanları iade etmesini istedi. Hükümdar önce tarafları dinlemeyi uygun gördü. Müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebu Talib'in yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:

"Biz vaktiyle Câhiliye halkı olarak putlara tapar, ölü eti yerdik, yakınlarımıza ilgisiz kalır, komşularımıza kötülük ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi; daha birçok çirkin işler yapardık. İşte Allah bize Peygamberimizi göndermezden önceki halimiz bu idi... O Peygamber bize doğruluğu öğretti; emanete sadık kalmayı, akrabamıza ilgi göstermeyi, komşularımıza iyi davranmayı, insanların haklarına ve hayatlarına saygılı olmayı emretti. Çirkin davranışları, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira atmayı yasakladı."

Allah Rasûlü devlet başkanı olarak inananlara karşı da, inanamayanlara karşı da hoşgörülü ve merhametliydi. Mekke onun çok sevdiği yurduydu. Hem de çıkarılmasa, asla terk etmeyi düşünmediği yurduydu. O kendisini Mekke’den çıkaranları hattâ hicrette yakalamak üzere iken kumlara saplanan Süraka’yı, kendisini Mekke’den çıkartan Ebû Süfyan’ı ve eşi Hind’i, Hamza’yı öldüren Vahşî’yi vs. hep affetti. Ancak onun afv, musâmaha ve hoşgörüsü acizlik, zillet ve meskenet değildi, âlemşümûl vakarından ve merhametinden kaynaklanıyordu.

Savaşta bile korumasız sivil insanlara karşı şefkat gösterilmesini emretmiştir:

Mu'te savaşında bulunacak olan Islam ordusuna hitaben şu anlamda öğütler vermişti: Yüce Allah'ın adını anarak onun ve sizin düşmanlarınızla savaşınız. Fakat gideceğiniz yerlerde dünyadan çekilmiş rahibler göreceksiniz. Onlara asla dokunmayınız. Kadınlar ile çocuklara şefkatle muamele ediniz. Hurma ağaçlarını kesmeyiniz, evlerini yıkmayınız." (Vâkidî, Meğâzî, II, 758)

Hz.Peygamber etrafında bulunan insanlara son derece hoşgörülü davranmış; sabırlı ve yapıcı bir tavır sergilemiştir. Bir gün Rasûlullah, Ashâbıyla Mescid'de otururken oraya bir bedevî geldi ve kalkıp Mescid'in bir köşesine işemeye başladı. Ashâb-ı Kirâm öfkeyle bağrışarak adamı engellemek istediler. Fakat Rasülullah, derhal Ashâbına müdahale ederek: “Bırakın adamı, görsün işini!” buyurdu ve oraya bir kova su getirilip dökülmesini emretti. Sonra bedevîyi çağırıp burasının Mescid olduğunu, pisletmenin, kirletmenin doğru olmayacağını anlattı. Mescidlerde Allah'ın zikredildiğini, namaz kılındığını, Kur'an okunduğunu güzel bir lisanla ve tatlılıkla ifade edip adamı ikna etti. (Buhârî, Vudû, 61; Müslim, Tahâret, 100.)

Medine’de kıtlık olduğunda aç bir adam, izin almadan kendisine ait olmayan bir bahçeye girmiş, birkaç hurma yedikten sonra, biraz da torbaya koymuştu. Bahçe sahibi onu yakalamış ve ona çok kötü davranmıştı. Adam, Peygamber Efendimize gelerek bahçe sahibinden yakındı. Hazreti Muhammed, bahçe sahibine; “O,cahildi; sen ona öğretmeliydin. O, açtı; sen ona merhamet edip onu doyurmalıydın.” buyurdu.

Hz.Peygamber’in Ailesine karşı tutumu:

Aile hayatında hoşgörü, hanımlara karşı iyi davranmak, çocuklara sevgi ve şefkatle yaklaşmak ve anne-babanın hukukuna riâyet etmekle sağlanır. Bu konularda Hz. Peygamber model ve örnek şahsiyettir. O'nun eşlerine nasıl merhametle, iyilikle, sabırla, sevgiyle yaklaştığı bilinen bir husustur. Çocukları ve torunlarına karşı bir merhamet abidesi olan Hz. Peygamber sürekli olarak onlarla ilgilenmiş, sevgiyle ve yumuşaklıkla davranmıştır.

*          Hz.Peygamber Medine’ye hicreti esnasında şehre girdiğinde çocuklar onu karşıladı ve o, onları önemsediğini en açık bir biçimde ortaya koymak ve bunu insanlara da bildirmek için, yanlarına kadar gelerek şöyle sordu: "Beni seviyor musunuz?" Çocuklar hep bir ağızdan: "Evet çok seviyoruz Yâ Resulallah!.." cevabını verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de onlara, "Andolsun ki ben de sizi seviyorum." müjdesini verdi.

*          Bazı toplumlarda, öteden beri, erkek çocuğu kızdan üstün tutulmuştur. Ancak bu duygu, cahiliye dönemi Araplarında daha şiddetli bir şekilde hüküm sürmekteydi. Öyle ki, kızlarını diri diri kumlara gömecek bir şekil alan ve gittikçe yaygınlaşan bu çirkin davranış, adetâ meşru görülmeye başlanmıştı. Hz. Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm'deki âyetler doğrultusunda, gönderildiği toplumda cari olan kız-erkek ayırımını kesinlikle yasaklayarak, bu konuda insanlar arasında oluşmuş "erkek çocuğu üstün tutma" geleneğini ortadan kaldırmaya gayret etmişti. Kısa sürede, cahiliye düşüncesinin devamı olarak gelen "kız çocuğu küçük görme" ya da "onları kumlara gömme" davranışı, artık yerini, kız olsun erkek olsun, evladı, "Allah'ın bir bağışı ve armağanı olarak görme" (Hâkim, el-Müstedrek, II, 284) anlayışına terk etmişti. Bunda, gerek Hz. Peygamber'in bizzat kendi kızlarına karşı davranışları, gerekse bu konudaki tavsiye ve emir mahiyetindeki hadislerinin de önemli rolü olmuştu.

*      Konuyla ilgili birçok hadisinde, ortak anlamıyla Hz. Peygamber şöyle buyuruyordu: "Kimin üç (veya iki veya bir) kızı (veya kızkardeşi) olur da onlara iyi muamelede bulunur, (oğlan çocuklarını bunlara tercih etmez,) dünyevi ihtiyaçlarını ve eğitimlerini en güzel şekilde yerine getirirse, Allah onları kendisi için cehenneme karşı bir perde kılar ve onu cennetine koyar. " (İbn Mâce, "Edeb" 3; Tirmizî, "Birr" 13; Ebu Davud, "Edeb" 130).

*      'Kim kızlarıyla sınanır da onlara iyi davranırsa, o kızlar, onun için ateşe karşı perde olurlar." (Buhârî, "Zekât" 10).

Bu açıdan Hz. Peygamber’in beşerî ilişkileri hakkında eşleri, çocukları ve hizmetçilerinin tesbit ve değerlendirmeleri büyük önem arzetmektedir. İlk eşi Hatice anamız onun hakkında şu tesbitlerde bulunmaktadır. “Sen yakınlık bağlarına saygı gösterir, kimsenin hakkına tecâvüz etmezsin.” (Buhârî, Bed’ü’l-vahy, 1) Hz. Âişe ahlâkını Kur’an olarak gördüğü Allah Rasûlü’nü şu lâfızlarla anlatmaktadır: “O evinde ayakkabılarını tâmir eden, söküğünü diken, önüne konursa yiyen, değilse asla istemeyen, insanların kusurlarını bağışlayan bir insandı.”

On yıl kadar onun hizmetinde bulunan Enes (r.a.)’in: “Beni yaptığım ve yapmadığım şeyler sebebiyle hiç azarlamadı.” sözü, Onun insan gönlüne verdiği değeri gösterir. Hz. Zeyd b. Hârise’nin onun yanında bulunmayı, baba ocağına tercih edişi insanların kişiliklerine gösterdiği saygıyı ifâde eder.

Hz.Peygamber bir gün namaz kılma niyetiyle namaza duruyor, sonra da namaz esnasında bir çocuk ağlaması duyunca, hemen namazı hızlandırıyordu. Çünkü o günlerde kadınlar da Allah Rasûlü’nün (sav) imamlığında namaz kılmak için cemaate iştirâk ediyorlardı. Efendimiz, ağlayan çocuğun annesini rahatlatıyordu. Bu itibarla Şefkat abidesi namazda imamlık yapanlara şu tavsiyede bulunmuştu:“Sizden biri insanlara namaz kıldırırken cemaatin durumunu nazar-ı itibara alarak cemaate ağır gelmeyecek şekilde namaz kıldırsın. Zira cemaat içinde zayıf, hasta ve yaşlı olanlar vardır. Kendi başına kılarken ise istediği kadar namazını uzatabilir”.

Uhud’da şehit düşen bir müslümanın küçük oğlu, aynı gün acılı ve yaralı Hz.peygambere sorar: -Babam nerede? –Baban şehit düştü. Şehit çocuğu ağlamaya başlar. Hz.peygamber başını okşar, kucağına alır ve çocuğa sorar: istermisin ben baban olayım, Aişe de annen olsun!

Hz.Peyamber bir Yahudi çocuğunun hastalığında bizzat kendisini evinde ziyaret etmiş ve ailesinin gönlünü almıştır. Bu Hz.Peygamber’i tüm insanlığa rahmet olduğunu gösterir.

Rafi adında bir küçük çocuk ensardan birinin hurma ağaçlarını taşlamıştı. Bahçe sahibi onu yakalayıp Hz. Peygamber’e getirdi ve ondan şikayette bulundu. Sevgili Peygamberimiz çocuğu yanına çağırdı, başını okşayıp sordu:

“–Çocuğum, bunu neden yaptın?” Rafi çok utanmıştı. Kısık bir sesle:

“–Çok açtım, karnımı doyurmak için yaptım” dedi. Peygamberimiz şefkatle:

“–Yavrum, bir daha

 ağaçları taşlama, altına dökülenleri toplayıp ye; Allah seni böylece doyurur.” dedi.

'Merhametlilerin en merhametlisi' tarafından insanlığın son ümidi olarak gönderilen Hz. Peygamber, birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet ve şefkat göstererek bütünleşme konusunda 'bir vücudun organlarından farksız olan' bir toplum oluşturmakla görevlendirilmiştir. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (kamil anlamda) iman etmiş olmazsınız. Size öyle bir şey söyleyeyim ki, ona yaparsanız birbirinizi seveceksiniz: Aranızda selâmlaşmayı yaygınlaştırınız” buyurmuştur (Buhârî, “İman”, 20; Müslim, “İman”,93). 

Hz.Peygamber’in Yaşlılara Karşı Tutumu:

Yaşlıların toplum içindeki konumlarını İslâmî duyarlılıkla değerlendirdiğimizde onlara bir çocuktan daha fazla itina göstermememiz lazımdır. Buna göre yaşlıların incelmiş duyguları rencide edilmemeli, yaşlılıktan dolayı vuku bulabilecek bir takım halleri hoş karşılanmalı ve onların hayır duaları alınmalıdır. Ayrıca, pîr-i fânilerin varlığının, rızkımızın genişlemesine vesile olduğu, bela ve musibetlere karşı birer kalkan vazifesi gördüğü unutulmamalıdır. Zira Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

"Zayıf ve düşkünlerinize dikkat ediniz! Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız." (Ebû Dâvûd, Cihâd, 69)

 "Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder . " (Tirmizî, Birr, 75)

Bir başka hadîs-i şerîfte de saçı sakalı ağarmış pîr-i fâni Müslümana saygı göstermenin Allah Teâlâ'ya duyulan saygı ve tazimden ileri geldiği ifade edilmektedir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 20)

"Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır..." (Buhârî, İlim, 28)

Yine Enes bin Mâlik'in nakline göre, birgün Hz. Peygamber'i görmek isteyen yaşlı bir adam gelmişti. Ahâli ona yol açmakta ağır davranmıştı. Bunun üzerine Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

"Küçüğümüze merhamet etmeyen büyüğümüze hürmet göstermeyen bizden değildir" buyurmuştur. (Tirmizi, Birr, 15)

Ayrıca Mekke'nin fethinde Hz. Ebû Bekir yaşlı babası Ebû Kuhâfe'yi Müslüman olmak için Hz. Peygamber'in huzuruna götürünce, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

"- Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim" buyurur.

Hz. Ebû Bekir ise:

- Onun size gelmesi daha uygundur, diye cevap verir. (İbn Hişâm, IV, 25)

Hz.Peygamber’in Diğer Canlılara Merhameti

Rahmet Peygamberi, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhametle davranılmasını isterdi. Yük hayvanlarına gücünün üstünde yük vurulmamasını emrederdi. Peygamberimiz hayvanlara iyi davranılması konusunda ise şöyle buyurmuştur:

"Merhamet edene Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, Allah da  size merhamet etsin."

Peygamberimiz hayvanları birbiriyle dövüştürmeyi yasaklamış, onlara işkence ve eziyet edenleri, nişan hedefi yapanları lanetlemiştir. Zevk için avlanmak, hayvanı öldürüp atmak da haramdır. Peygamberimiz şöyle buyurur: "Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka soracaktır."

Hayvanlara iyi davranmanın, cennete girmeye sebep olacağını bildiren Peygamberimiz sahabîlere şu olayı nakleder: “Yolda gitmekte olan birisinin susuzluğu artar. Hemen bir kuyuya inip suyundan içer. Kuyudan çıkınca susuzluktan dilini çıkarıp soluyan ve rutubetli toprak yalayan bir köpekle karşılaşır. Adam kendi kendine: “bu hayvan da benim gibi susamış” deyip kuyuya tekrar iner. Ayakkabısına su doldurur ve ağzıyla tutarak yukarıya çıkar, köpeği sular. İşte ALLAH bu kulunu övmüş ve günahlarını bağışlamıştır”. Bunun üzerine sahabîler: “Hayvanları sulamakla bize de sevap var mıdır?” diye sordular. Resulullah (SAV): “"-Her canlı için yapılan iyiliğin mükafatı vardır." Daha önce yaşamış toplumlardan bir kadının, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olduğu için cehennemlik olduğunu anlatır, hayvanlara karşı merhametli olmalarını çevresindekilere emrederdi.

Mekke’nin fethi için 10 bin kişilik ordusuyla Mekke yakınına gelen Allah Rasulü, yeni yavrulamış bir köpeği askerler tarafından ezilmesin diye başına nöbetçi dikerek koruma altına almış olması onun merhametin göstergelerindendir. Hayvanlara karşı merhametli olmalarını çevresindekilere emrederdi.

Hz.Peygamberin Çevreye Karşı Duyarlılığı

İnsan temiz ve sağlıklı bir ortamda yaşayabilir. Yüce Allah kainatı belli bir denge ve düzen içinde yaratmıştır. Dağlarıyla, ovalarıyla, hayvanlarıyla ve bitki örtüsüyle dünyada her şeyin mükemmel bir düzen içinde olduğu görülmektedir.

Peygamberimiz döneminde henüz çevre sorunu diye bir sorun yoktu. Sanayileşme olmadığı için onun zararlı yan etkileri de görülmemekteydi. Buna rağmen Peygamberimiz ağaçların korumanın gerektiğini bildirmiştir. Örneğin ona ait bir hadis şöyledir:

"Kim bir fidan diker veya ekin ekerse, onlardan kuşlar ve diğer hayvan veya insanlar faydalandıkça Allah onu sevaptan yararlandırır. Yaptığına karşılık olarak ona sadaka sevabı olur."

Peygamberimiz Medine yakınlarında, eskiden ormanlık iken sonradan hayvan otlatılan yer haline gelen otlak bir alan için şöyle buyurmuştur:

"Kim buradan bir ağaç kesecek olursa onun karşılığında yeni bir ağaç diksin."

Aynı şekilde, Mekke gibi Medine ve Taif şehri ve civarını, bugünkü söylemle sit alanları ve milli park ilan etmiş ve bu bölgelerdeki ağaçların kesilmesi ve hayvanlarının avlanması yasaklanarak koruma altına alınmıştır.

Peygamberimizin Medine merkez olmak üzere her yönden 32 km.lik çevresini yasak bölge ilan ederek ağaçlarının kesilmesini, hayvanlarının avlanmasını, otların yolunmasını, hatta ağaçların yapraklarının çırpılmasını yasaklamış, böylece bu bölgeyi koruma altına almıştır.

Peygamberimiz su israfı ve suyun kirletilmesi konusunda da insanları uyarmış, bu konuda titizlik göstermiştir.

Değerli Dostlar! Yukarıdan beri tasvir etmeye çalıştığımız şefkat ve merhamet timsali Peygamber Efendimize dost almaya ve onu bu anlamda örnek almaya çalışalım. Onun yüreğinden, gönlünden siz hiç eksik olmadınız. Sizin de gönlünüz ve yüreğinizden Muhammed Mustafa sevgisi hiç eksik olmasın. Sevgili peygamberimizin doğumunu ifade eden her kandil, yüreğinizde yansın, ışık vermeye devam etsin. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz. Çocuklarımızın gençlerimizin gönüllerinden körpe dimağlarından Muhammed Mustafa sevgisi hiç eksik olmasın.” Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Allah’a emanet olunuz.

PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265966 ziyaretçi (500017 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol