PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Hangi Sünnetler/Hadisler Bağlayıcıdır?

 

SÜNNET VE HADİSİN BAĞLAYICILIĞI SORUNU 

                                         Doç.Dr. H. Musa BAĞCI
Tarihî süreç içerisinde Hz.Peygamber’in sünnetinin bağlayıcılığı konusunda farklı yaklaşımlar olmuştur. Hz.Peygamber’in sünnetinin tamamının mı yoksa bazılarının mı mutlaka uyulması gerekli olduğu konusunda alimler arasında ihtilaf söz konusudur. İlk asırlardan beri İslâm alimlerinin sünneti bağlayıcılık açısından bir sınıflandırmaya tabi tuttukları görülmektedir. Örneğin, İbn Kuteybe (276/889) bağlayıcılık açısından sünneti üç bölüme ayırmış, ilk iki bölümde bağlayıcı olan sünnete örnekler verdikten sonra üçüncü bölümdeki sünnetlerin bağlayıcılık özelliğini taşımadığını, dolayısıyla terk edenin günaha girmesinin söz konusu olmadığını ifade etmiştir. O şöyle der: Bu tür sünnet bize edep maksadıyla sünnet kıldığı şeydir. Eğer bu sünneti işlersek, bundan dolayı sevap kazanmış oluruz, yok eğer terk ederesek bize herhangi bir günah yoktur.[1] Yine o, Hz.Peygamber’in bütün yaptıklarını aynen taklit etmenin zorunlu olmadığını, dolayısıyla bir takım hususlarda Rasulullah’a uymak gerekmediğini de vurgulamıştır. Ona göre sünnet, yiyecek ve içecek şeylerde değil, ancak dini hususlarda söz konusudur. Eğer bir adam ömrü boyunca Hz.Peygamber yediği halde karpuzu hurma ile yemese, veya peygamber kabak sevdiği halde kabak yemese bu adam için sünneti terk etti denemez.[2]
            XVIII. yüzyılın ünlü alimlerinden Şah Veliyyullah Dehlevî (1176/1762) meşhur eserinde Hz.Peygamber’in davranışlarını iki başlık altında toplamıştır. Bunlarda ilki Risaletin tebliği kategorisini oluşturan hadislerdir. Bunlar genel olarak bağlayıcı niteliktedir. İkinci kategoriye giren hadisler ise böyle değildir. Bunlar Hz.Peygamber’in beşer olarak ortaya koyduğu hususlar ile şahsî tecrübelerinden adet ve örften kaynaklanan ve dini bir amaç gütmeksizin yaptığı işlerden meydana gelmektedir. Bunlar bütün ümmeti bağlamaksızın, sadece o günün şartları gereği özel bir durum karşısında ortaya koyduğu çözümleri içermektedir.[3]
            Sünneti bağlayıcılık açısından detaylı bir tasnife tabi tutan çağdaş yazarlardan Muhammed b. Tahir b. Aşur’dur. O, Hz.Peygamber’in sünnetini on iki kategoride mutalaa etmiştir. Şimdi bunları sırasıyla görelim.
1) Yasama (Teşrî)
Hz.Peygamber’in sünnetinin büyük bir çoğunluğu bu kısma dahildir. Çünkü Hz.Peygamber’in amacı insanlara uymaları gereken ahkamı (hükümleri) bildirmektir. Hz.Peygamber’in “Haccın nasıl yapılacağını benden öğrenin”, “Namazı ben nasıl kılıyorsam öyle kılın” sözleri bu kısma giren sünnetlerdir. Ahkam konusunda Hz.Peygamber’e uymak zorunludur.
2) Fetva (el-Fetvâ)
Dini konularda kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplar bu kısma dahildir. Örneğin, Veda haccında gelip kurban kesmeden traş olduğunu veya şeytan taşlamadan kurban kestiğini söyleyenlere böyle yapmalarının hacca zarar vermeyeceğini söylemesi bu kısma örnek verilebilir. Hz.Peygamber’in verdiği fetvalar bağlayıcıdır.
3) Yargı (el-Kadâ)
İhtilaflı bir konuyla ilgili olarak iki hasım taraf arasında verdiği hükümler bu kısma girer. Habibe binti Sehl’in kocasından ayrılmak istemesi üzerine Hz.Peygamber’in, onun kocasından aldığı bahçeyi geri vermesi şartıyla ayrılmalarına hükmetmesi bu kısma örnektir.
Bu üç kategori de aslında yasama niteliğindedir. Zira yargı da fetva da teşrî hükümlerin uygulamasından ibarettir.
4) Devlet Başkanlığı (el-İmâra)
Hz.Peygamber’in bir devlet başkanı olarak yaptığı davranışlar bu kısmı oluşturur. “Harpte bir düşmanı öldüren, o düşman üzerindeki silah, mal ve techizatı alma hakkına sahip olur,”sözünü Hz.Peygamber devlet başkanı olarak söylediğinden, öldürülen düşmanın üzerindekini almak ancak devlet başkanı izin verdiği takdirde mümkündür. Devlet başkanı izin vermezse kimse düşmanın üzerindeki eşyayı alması caiz olmaz.
5) İyiye Güzele Teşvik (el-Hedy)
Bu bölümde Hz.Peygamber’e ait davranışlar mutlaka yerine getirilmesi zorunlu olmayıp, bunlar iyi ve güzele teşvik amacını taşımaktadır. Örneğin, Hz.Peygamber’in Ebu Zer’e söylediği “Köleleriniz Allah’ın sizin emrinize verdiği birer nimettir. Her kimin hizmetinde bulunan bir kardeşi varsa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin” sözü en iyiye teşvik amacıyla söylenmiştir. Yoksa efendilerin kölelerine yediklerinin ve giydiklerin aynısından yedirip giydirmesi zorunlu değildir. Zorunlu olan kölenin (hizmetçi, işçi) insanca yaşanabilecek düzeyde gıda ve giyim ihtiyacının karşılanmasıdır.
 
6) Arabuluculuk (es-Sulh)
Bu yargıdan farklıdır. Burada yer alan hükümler sadece iki tarafı anlaştırmak amacıyla ve iki tarafın rızasına dayalı olmak şartıyla ortaya konan çözümleri içerir. Örneğin, Ka’b b. Malik, Abdullah b. Hadred’den alacağını istediği ve bu konuda tartıştıkları zaman, tartışmayı sona erdirmek için Hz.Pygamber’in Ka’b’a alacağının yarısından vazgeçmesini tavsiye etmesi bu kıma bir örnektir. Hz.Peygamber’in bu çözümüne bakarak bundan “alacaklı olan herkes borcunun yarısından vazgeçmek zorundadır” şeklinde genel bir hüküm çıkarmak mümkün değildir.
7) Fikir Danışanlara Yol Göstermesi (el-İşaratu ale’l-musteşîr)
Bunu bir örnekle açıklayalım. Hz.Ömer Allah rızası için cihatta kullanılmak üzere bir atı birine verir. Daha sonra at sakatlanır ve cihada elverişsiz hale geldiği için, adam atı satmak ister. Hz.Ömer adamın bu atı ucuza satacağını düşünerek satın almak ister. Bu hususta Hz.Peygamber’e danışır. Hz.Peygamber ise, “bir dirheme bile verse atı satın alma, zira sadakasından cayan, kusmuğunu yiyen köpek gibdir,” buyurur. Burada Hz.Peygamber’in bu alış-verişi yasaklaması haram olduğundan dolayı değil, hoş bir davranış olmamasındandır. Nitekim fakihler de bu tür alış-verişlerin geçerli olacağını kabul etmişlerdir.
8) Nasihat (en-Nasîha)
Fatıma bnt. Kays, Muaviye b. Ebî Sufyan ile Ebu Cehm’in kendisiyle evlenmek isteklerini söylediğinde, Hz.Peygamber “Ebu Cehm eli sopalı biridir, Muaviye ise cimri bir adamdır,” diyerek ona, her ikisiyle de evlenmenin uygun olmayacağını söylemiştir. Ancak onun bu sözünden, bu ikisiyle evlenmenin caiz olmadığı anlamı çıkarılamaz. Hz.Peygamber’in bu sözü sadece bir nasihatten ibarettir.
9) İnsanları En Mükemmel Olana Yönlendirme
      (Talebu hamli’n-nufûs ale’l-ekmel)
Hz.Peygamber’in emir ve yasaklarının bir çoğu ashabını en mükemmele yönlendirme amacını taşır. Bu tür emir ve yasaklar bilhassa sahabe için emir niteliği taşıdığından, İslâm ümmetinin tamamının bu emir ve yasaklara muhatap olması söz konusu değildir. Zira bu tür emir ve yasaklar farz ya da haram derecesinde kabul edildiğinde ümmetin zor durumda kalması söz konusu olabilir. Örneğin, Berâ b. Azib’in rivayetine göre Hz.Peygamber’in ashabına “Hasta ziyaretini, cenazeyi takip etmeyi, aksırana yerhamukallah demeyi, selamı yaymayı, davete icabet etmeyi,” emretmesi bu kısma dahildir. Buradaki emirler farz niteliğinde kabul edilirse Müslümanları zora sokmak olur. Bu yüzden İslâm bilginleri de bu emirlerin farziyet ifade etmediği hükmünü vermişlerdir. Yine Hz.Peygamber’in “Sizden biriniz komşusunun (inşaat amacıyla) bir kalası sizin duvarınıza koymasına engel olmasın,” sözü de bu anlamdadır. Buradaki emir farz niteliğinde değildir. Dolayısıyla bu hadisten, bir kimsenin komşusuna bu izni vermesinin zorunlu olduğu sonucu çıkarılamaz.
10) Yüce Hakikatleri Telkin (Ta’lîmu’l-hakâiki’l-âliye)
Örneğin, Hz.Peygamber, sadakanın önem ve faziletini anlatmak için Ebu Zer’e “Uhud dağı kadar altınım olsa, üç dinar kalıncaya kadar onu sadaka olarak dağıtırdım,” demiş, Ebu Zer de bu sözü bütün ümmete şamil bir hüküm olarak kabul ettiğinden mal ve parayı biriktirmeyi yasaklamıştır. Hz.Osman da onun bu anlayışını yanlış bulduğundan ona itiraz etmiştir. Gerçekten de bu hadisten Ebu Zer’in istinbat ettiği hüküm çıkarılamaz.
11) Tehdit ve Azarlama (et-Te’dîb)
Hz.Peygamber’in tehdit ve ikaz kastıyla mubalağalı ifadeler içeren sözler söylediğine dair pek çok örnek vardır. Bunların zahiri manalarına bakmak yanlış olur. Örneğin, Peygamberimiz bir hadisinde cemaate gelmeyenlerin evlerini başlarına yakmak isteğini söylemiştir. Bunu gerçek anlamıyla düşünmek yanlış olur. Bu sözün söylenmesindeki amaç, cemaatle namaz kılma konusunda gevşek davranan müslümanları ikaz etmekten ibarettir.
12) Yaratılış İcabı ve Maddi İhtiyaçlar Gereği Olarak Yaptıkları
       (et-Tecerrud ani’l-İrşâd)  
Bu kısım, Hz.Peygamber’in bir beşer olarak yaptığı işleri, davranışları içerir. Bu davranışlardan amaç ne dini bir hüküm koymak, ne de Müslümanların kendisinin bu davranışlara uymasını istemektir. Nitekim fıkıh usulünde bir kaide olarak, Hz.Peygamber’in insan olarak yaratılış gereği ortaya koyduğu davranışların ümmeti bağlamayacağı kabul edilmiştir.
Yeme-içme tarzı, yediği içtiği yiyeceklerin cinsi, giyim-kuşam tarzı ve cinsi, yolda yürüyüşü, yolculukta hayvana bimesi, veda haccından dönüşünde “el-muhassab” mevkiinde konaklaması, sabah namazından sonra sağ tarafı üzerine uzanarak uyuması, Bedir harbinde İslâm ordusunun mevzilerinin belirlenmesi, hurma aşılama konusundaki tavsiyeleri bu kısma örnektir. Bu konular dini bir özellik taşımadığından ümmetin bu konularda Hz.Peygamber gibi davranması gerekmez.[4]
            Hz.Peygamber’in sünnetinin azımsanamayacak bir bölümü teşrî (yasama) amaçlı olup, müslümanları bağlayıcı niteliktedir. Ancak bu, sünnetinin tamamen bağlayıcı olduğu anlamına gelmez. Nitekim verilen örnekler sünnetin tamamının bağlayıcı olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla sünnete uymak, Hz.Peygamber’den gelen her şeyi, hiç bir ayırıma tabi tutmadan ve bağlayıcılık açısından hepsini aynı düzeyde görerek, harfi harfine ve adetâ robot gibi taklit etmek demek değildir. Bu tür bir yaklaşımı ciddi hiç bir İslâm aliminde görmek mümkün değildir. Bu nokta gerçekten önemlidir, zira özellikle günümüzde bir çok Müslüman, bağlaycılık açısından farklılıklar arzeden sünneti hiçbir ayırım yapmaksızın bir bütün olarak bağlayıcı kabul etmekte ve bu anlayıştan hareketle, Hz.Peygamber neyi yapmışsa, onu aynen taklid etmenin sünnet olduğuna inanmaktadır. Tabiatıyla bu tür bir sünnet anlayışı özellikle günlük hayatın çeşitli yönlerinde tezahür etmekte ve “sakal bıakmak, sarık sarmak, şalvar- veya Arapların giydiği elbise sevb- giymek, yerde yemek yemek, elle yemek yemek, yer minderleri kullanmak, camilerdeki halıları kaldırıp toprak zeminde namaz kılmayı teklif etmek v.b hususlar sünnet olarak kabul edilip, bu hususlar üzerinde bilhassa halk kesimlerinde ısrarla durulmaktadır.[5]
 

[1] İbn Kuteybe, Hadis Müdafası (Te’vilu Muhtelifi’l-Hadîs), Kayıhan Yay, İst, 1989, s. 308-312.
[2] İbn Kuteybe, a.g.e, s. 121.
[3] Şah Veliyyullah Dehlevî, Huccetu’l-lahi’l-Baliğa, Beyrut, 1990, I, 371-373.
[4] Muhammed b. Tahir b. Aşur, İslâm Hukuk Felsefesi, (Çev: Mehmet Erdoğan), İst, 1988, s. 47-65 ; Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 66-69.
[5] M.Hayri Kırbaşoğlu, İslâm Düşüncesinde Sünnet, s. 73.
PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 265662 ziyaretçi (499634 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol