PROF.DR.H.MUSA BAĞCI WEB SİTESİNE HOŞ GELDİNİZ
   
 
  Ana Sayfa

‘KUTLU DOĞUM’ ÜZERİNE 

1.Hocam yine bir Nisan ayındayız. Malumunuz Türkiye'de Nisan ayı artık ‘kutlu doğum’la özdeş hale geldi. Ne dersiniz, söze bu ‘kutlu doğum’dan başlayalım mı? 'Kutlu doğum' İslamî bir tabir midir?

Prof. Dr. H Musa BAĞCI: Kutlu doğum veya geleneksel tabiriyle mevlid kandili Hz.Peygamber’in doğumu vesilesiyle kutlanması adet olmuş ve Müslümanlar tarafından önem verilen günlerden biridir. Dinin asıllarından olmayıp bunu İslam kültürünün bir parçası olarak kabul etmek gerekir. Burada önemli olan husus, bu kutlamaya yeni bir anlam kazandırmak ve İslam ve onun Peygamberinin insanlığa sunduğu mesajın üzerinde durmak ve bu günleri İslam’ın ve onun Peygamberinin yeniden doğru bir şekilde anlaşılmasının vesilesi haline getirmektir.

İslam büyük bir nizamdır ve Hz.Peygamber bu ilahi nizamı bize tebliğ eden ve sahih sünnetiyle bize öğreten Allah’ın Rasülüdür. Onun doğum gününü mevlid okuyarak ve sıradan bir takım merasimler yaparak adet yerini bulsun diye törenler icra etmekle yetinmek, Allah’ın Rasülünü anlamamak demektir. Gerçekten onun kutlu doğumu hatırlanmak ve kutlanmak isteniyorsa bunun yolu az önce de ifade ettiğimiz gibi Hz.Peygamber’i doğru anlamak, Kur’an’ın ve sahih sünnetin anlattığı çerçevede doğru anlamlandırmak ve onun getirdiği mesajı iyice anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. Kutlu doğumu anlamlandırmak istiyorsak bu anlayışla yeni bir bakış açısıyla hayatımıza yön vermek için bir fırsat olarak kabul etmek gerekir.

Kutlu doğum vesilesiyle Müslümanların birliğinin bir çimentosu olarak kabul edilen ve Hz.Peygamber’den bize gelen kültürel miras (Hadis/Sünnet), seçmeci ve eleştirel bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalı ve biçimsel ve lafızcı sünnet anlayışı yerine, amacı ve hikmeti gözeten bir sünnet anlayışı benimsenerek sahih hadis ve sünnetin bütününden elde edilecek temel ilkeler ışığında Hz. Peygamber’in örnekliği her zaman ve her yerde dikkate alınmalıdır. Mevlid kandili bu anlayış ve duygular içinde kutlanmalı, Müslümanlar Hz.Peygamber’in sahih sünnetini çağın şartları içinde tekrar hayata nasıl geçireceği üzerinde ciddiyetle imali fikr edip eyleme geçmelidirler. Yoksa geleneksel anlamda bu gecede sadece dua ederek, nafile namaz kılarak ve sadaklar vererek bir takım ameller –bu ameller de değerli olmakla birlikte- yapılsa da yaşadığımız bu coğrafyadaki problemlerin halli açısından fazla anlamlı olmayacağı bilinmelidir.   

2.Kutlu Doğum etkinliklerinde Peygamber'e (sav) giydirilen, çok farklı bir kostüm var sanki. Peygambere ve peygamberliğe dair ilimlerle ilgilenen bir hoca olarak, bu farklı kostümün, 610-632 yılları arasında yaşamış, vahyi ilahî tarafından tanıtımı yapılan, sınırları çizilen Rasul-Nebî Muhammed (sav)e uygun düştüğünü söyleyebilir misiniz?

M. BAĞCI: Mevcut peygamber anlayışımızda bazı problemlerin olduğu yatsınamaz bir gerçektir. Kur’an’ın ögördüğü ve tasvir ettiği peygamber anlayışı, tarihi süreç içinde değişim ve dönüşüme uğrayarak ve Kur’an’dan büyük bir kopuş yaşanarak önce “en mükemmel örnek” anlamında mutasavvıfların tabiriyle “İnsan-ı Kamil” düzeyine doğru gelişme göstermiş ve en son tahlilde de kainatın varlık sebebi ve mayası anlamında “nur-i Muhammedi” kavramı geliştirilerek bütün alemlerin yaratılma sebebi haline dönüştürülmüştür. Böyle bir tasavvurun oluşmasında çevre kültürlerin etkisi yanında rivayetlerin de büyük bir katkısı olduğu izahtan varestedir. Bu rivayetlerin oluşturduğu peygamber tasavvuru, bugün de hala İslam dünyasında egemen olan bir anlayıştır.   

Bu rivayetlerde Hz.Peygamber'in sünnetli doğduğu, onun aydınlıkta olduğu gibi karanlıkta da görebildiği, Süreyya'da on bir yıldız gördüğü, ön tarafını gördüğü gibi arkasını da gördüğü, bunu da Allah'ın onun başının arkasında yarattığı bir görme hassasıyla gerçekleştirdiği, hatta onun iki omuzu arasında iki gözü olup elbisesinin altından bile arkasını görebildiği, gökte secde eden meleklerin izdihamı yüzünden gökteki gıcırdama veya çatırdamaları duyduğu, kısaca diğer insanların işitmediği bazı sesleri işitebildiği, sesinin çok uzaklara ulaştığı ve bunun bir mucize olduğu, sahabenin Hz. Peygamber'in tıraş edilen saçlarını kutsal kabul edip paylaşamadığı, ihtilaf anında bu saçları Hz. Peygamber'in bizzat taksim ettiği, bazı sahabilerin bu saçlar sayesinde her savaşta muzaffer olduğu, onun terinin gerçek anlamda misk gibi koktuğu, hatta bu terin koku imalinde kullanıldığı, tedavi için Hz. Peygamber tarafından eline tükürülen bir sahabinin elinin o günden beri mis gibi koktuğu, hatta gülün Hz.Peygamber'in bir rivayete göre Burak'ın terinden yaratıldığı, dahası beyaz gülün miraçta Hz. Peygamberin terinden, kırmızı gülün Cebrail'in terinden, sarı gülün ise Burak'ın terinden yaratıldığı, bir başka rivayette Hz.Peygamber miraçtan dönünce terinin yere damladığı ve bundan kırmızı gülün bittiği, onun için Hz. Peygamber'in kokusunu duymak isteyenin kırmızı gülü koklayabileceği; tükürüğünün mucizevi etkiler yarattığı (hastalıkları anında iyileştirmesi, çocukların emzirilmesine gerek bırakmayan bir gıda teşkil etmesi, kova veya suya tükürmesi ve acı suyun tatlı su haline gelip üstelik mis gibi kokması); aç yatıp tok kalktığı, Allahın ona cennetten yedirip içirdiği; gözleri uyuduğu halde kalbinin uyumadığı, kanının, idrarının ve gaitasının temiz ve şifa kaynağı olduğu, sahabilerin onun kan ve idrarını içtikleri, ondan mis gibi kokuların geldiği, onun gaitasının misler gibi koktuğu, peygamberlerin gaitalarını yerin yarılıp yuttuğu, toprak üzerinde onun dışkısından eser kalmadığı; Hz.Peygamber'e otuz-kırk erkeğin cinsel gücü verildiği, bazılarının bu ve benzeri rivayetlere dayalı hesaplamalarla ona dört bin erkeğin cinsel gücünün verildiği ileri sürüldüğü, önceleri cinsel gücü zayıf iken kendisine gökten gönderilen keşkeği yeyince kendisini her an cinsel gücün doruğunda hissettiği; onun asla esnemediği, vücudunun gölgesi olmadığı, çünkü onun bizzat ışık olduğu (nur), ölümlü bir beşer olduğu halde cesedinin çürümediği, kabrinde canlı olduğu, yeyip-içtiği, kendisine selam verenlerin selamını alıp mukabele ettiğiyle şeklinde pek çok anlatılar mevcuttur.

Hz Peygamber hakkında yukarıda anlatılanların en azından bir kısmını duymamış hemen hiçbir Müslüman yok gibidir ve üstelik, bu anlatılanların doğru olduğuna yüzyıllarca inanılmış ve bu telakki bu güne kadar gelmiştir. Şimdi içinde bulunduğumuz XXI. Yüzyılda özellikle genç nesillere, yukarda tasvir edilen bir peygamber tasavvurunu öğretip telkin etmenin ne kadar doğru olacağını düşünmek zamanıdır. Bu yüzden bize Kur’an’ın sunduğu yeryüzünde yaşayan bir insan ve Allah’ın elçisi olarak insanlara örnek model teşkil eden peygamber anlayışını yeniden tesis etmemiz ve genç nesillere aktarmamız kaçınılmazdır. Kur’an’ı bir bütün olarak ve objektif olarak okuyan bir insan Hz.Peygamber’in beşer-peygamber olduğunu ve insani özellikler taşıdığını ve vahyin dışında olağanüstü bir niteliğinin olmadığını hemen fark eder. Kur’an, müşriklerin olağanüstü ve mücize taleplerini sürekli reddetmiştir. Dolayısıyla Kur’an’da Hz.Peygamber’in olağanüstü tavırlar sergilediğine ve insanüstü olduğuna dair direk veya endirek anlatımlar mevcut değildir. Fakat tarihi süreç içinde Kur’an’da olmadığı halde çevre kültürlerin etkisi ve daha sonra Hz.Peygamber’e isnadı şüpheli bazı rivayetlerin ortaya çıkmasıyla birlikte fevkalade mucizevi özellikler ona isnad edilmeye başlanmıştır. İlk kaynaklarda bir elin parmaklarını geçmeyen mucize sayısı 3000’in üzerinde bir sayıya ulaşmıştır. Bu mucizeler yanında Hz.Peygamber’in fiziki varlığı da mucizevi bir niteliğe büründürülmüştür. Bu yapılırken önceki peygamberlere verilen mucizelerin bir benzerinin Hz.Peygamber’e de verilmiş olduğu varsayımından hareket edilmiştir. (Bkz. Bağcı, Beşer Olarak Hz.Peygamber, Ankara Okulu yay)

Bütün bunlar Müslümanların ilk üç asırdan sonra Kur’an’dan zihinsel anlamda uzaklaşmalarından kaynaklanmıştır. Bizzat Kur’an insanüstü ve mucizevi bir peygamber telakkisini savunan müşriklerin görüşlerini eleştirmekte ve müşriklerin mitolojik ve insanüstü peygamber telakkisinin yerine insan-peygamber anlayışını savunmaktadır. Biz bugün Müslümanlar olarak bu anlayışı her çağda yeniden yorumlayıp geliştirmek ve gerçekçi, makul ve örnek alınabilir “örnek model” haline getirmemiz gerekir. 

 

3.Âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı, Âdem henüz yaratılmamışken Nebî olan bir Peygamber tasavvuru, “Allah'ın oğlu İsa” inanışına benzemiyor mu?

M. BAĞCI: Yukarıda da değindiğimiz gibi kozmos’un varlık sebebi olarak lanse edilen ve nur-i Muhammedi kavramıyla doktrin haline sokulmuş bir peygamber tasavvuru ilhamını Kur’an’dan değil, çevre kültürler olarak nitelendirdiğimiz israiliyyat-mesihiyyat, yunan hermetizmi ve yabancı din ve kültürlerden almaktadır. Bir defa Alemlerin Hz.Peygamber hürmetine yaratıldığı ve Adem henüz yaratılmamışken onun nebi olduğu düşüncesi İslami kaynaklara bazı rivayetler kanalıyla girmiştir. Bu rivayetleri ben “Beşer olarak Hz.Peygamber” adlı eserimde isnat ve metin açısından inceleyerek bunların dinde delil olarak kullanılabilecek makbul rivayetlerden olmadığını, aksine uydurma rivayetler olduğunu tespit etmiş bulunmaktayım. Bu rivayetlerdeki Hz.Muhammed’in Allah’ın nurundan yaratıldığı, Alemlerin de Hz.Peygamber’in nurundan ve onun hürmetine yaratıldığı ve Adem yaratılmadan Hz.Peygamber’in  peygamber olarak görevlendirildiği şeklindeki görüşler ne Kur’an da ne de sahih hadislerde mevcut değildir. Bugün halk arasında yaygın bu anlayışlar muhtemelen bazı sufiler kanalıyla gnostik kültür, Yunan felsefesindeki sudur nazariyesi veya Hıristiyan kültürle etkileşim sonucu ortaya çıkmış görünmektedir. Bu anlayış bu kültürlerin etkisiyle sufiler arasında Hz.Muhammed’in “asli nur” şeklindeki nazariye olarak ortaya çıktığı, İbn Arabi’nin sayesinde bir doktrin hale geldiği  ve daha sonraları ise tasavvufun geniş halk kitleleri arasında yaygınlaşmasıyla bu doktrin Müslümanlar arasında yerleşik bir hal aldığı ortaya çıkmaktadır. Bugün bu anlayış, “sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” sözde hadisiyle hemen herkesin tekrarlayıp durduğu bir zihniyet haline dönüşmüştür.

 

4.‘Kutlu doğum’ terimi, Peygamber'in doğru anlaşılmasını engellemek adına özel olarak üretilmiş olabilir mi?

M. BAĞCI: Kutlu doğum teriminin komplucu bir anlayışla Hz.Peygamber’in doğru anlaşılmasını engellemek adına özel olarak üretildiği kanaatinde değilim. Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 1989 yılından beri  Kutlu Doğum Haftası, İslam dininin Peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.v) miladi olarak doğum günü olan 20 - 27 nisan tarihleri arası kutlu doğum haftası olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. Zaten bizim kültürümüzde Mevlid kandili veya gecesi adı altında 13.yy'dan beri kutlanmaktadır. Her ne kadar Hz.Peygamber devrinde ve sonrasında böyle bir kutlama olmasa da bunu Müslümanlar olarak Hz.Peygamber’i doğru anlama ve anlatma fırsatına dönüştürebilmeliyiz. Buradaki temel sorun, Hz.Peygamber’i hangi bakış açısıyla ve nasıl anlayıp anlatacağımızdır. Bugün Müslümanlar arasında egemen olan peygamber anlayışı, Kur’an’ın insan ve evren anlayışında uzak, akıl ve mantığın sınırlarını zorlayan, kaynağı ve sıhhati şüpheli olan rivayetlere dayanan, nakilci, seçmeci ve eleştirel bakış açısından uzak olduğu çok açıktır. Bu bakış açısıyla Hz.Peygamber anlatıldığı takdirde yarar yerine zarar getirecektir ve orta çağ zihniyetine uygun bir peygamber tasavvuru hakim olacaktır. Nitekim bugün yapılan kutlamalar da istisnaları olmakla birlikte bu amaca hizmet etmektedir. Oysaki Hz.Peygamber ve onun sünnetini ele alırken biçimsel ve lafızcı sünnet anlayışı yerine, amacı ve hikmeti gözeten bir sünnet anlayışı benimsenerek Kur’an, sahih hadis ve sünnetin bütününden elde edilecek temel ilkeler ışığında Hz. Peygamber’in örnekliğini insanlara anlatmak ve kutlu doğumu bu bağlamda fırsata dönüştürmenin daha faydalı olacağına inanıyorum.  

 

5.Peygamberi doğru anlamanın yolu, yöntemi ve imkânları nelerdir?

 

M. BAĞCI: Hz.Peygamber’i doğru anlamanın yolu, öncelikle Kur’an’ın ön yargısız, objektif, makul, gerçekçi ve doğru bir şekilde anlaşılması esastır. Yukarıda da belirttiğim gibi Hz.Peygamber’i yanlış anlama tezhürleri Kur’an’dan kopma/sapma nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda Öncelikle Kur’an’ın doğru anlaşılması son derece önemlidir. İkinci önemli kriter, bedihiyyatu’l-akl dediğimiz akli selim’in kullanılmasıdır. Kur’an’da pek çok ayette insanın aklını kullanmasından bahsedilir. Kur’an’ın dışındaki unsurlar –rivayetler ve çevre kültürler- yine Kur’an ve akl-i selim ölçüsüne vurularak değerlendirilmelidir. Bu bakış açısı sağlandıktan sonra iki husus yerine getirilmelidir. İlki mevcut ortaçağdan kalma peygamber tasavvurumuz net bir şekilde tespit edilmelidir. Varsa üstün yönleri veya eksik ve noksan yönleriyle bilimsel anlamda ortaya konulmalıdır. Bu anlayış seçmeci ve eleştirel bakış açısıyla analiz edilmelidir. İkinci hamlede Kur’an merkez alınarak  Kur’an’ın insan ve evren anlayışına uygun, akıl ve mantık ölçüleriyle uyuşan, kaynağı ve sıhhati Kur’an ve sahih sünnete dayalı, seçmeci ve eleştirel bir bakışıyla yeni bir peygamber örnek modeli ortaya konmalıdır. Bunun için de Hz. Peygamberin sağlıklı ve gerçekçi portresini bizlere sunacak ilmi çalışmalara da acilen ihtiyaç bulunmaktadır.

 
http://www.venharhaber.com/kutlu-dogum-kavrami-sorusturma-dosyasi---musa-bagci-roportaj,14.html


HADİS TARİHİ VE METODOLOJİ
ADLI KİTABIMIZIN ANKARA OKULU YAYINLARINLARIN İLK BASKISI GERÇEKLEŞTİ. 

İLK BASKI: EYLÜL 2012.
AYRINTILAR İÇİN
ANKARA OKULU YAYINLARI: 0312 3410690
Aşağıdaki kitapların temini için yazarla irtibata geçebilirisniz.: hmbagci@hotmail.com, www.musabagci.tr.gg, hbagci/twitter.com
HADİS TARİHİ VE METODOLOJİSİ

Hadisin doğuşunu, gelişimini, sistemleşmesini, kısacası geçirdiği tarihi evreleri bilmek, onu daha iyi kavramak son derece önemli bir husustur. Zira doğuşundan günümüze kadar, yani yaklaşık bin dört yüz yıldır, Arap yarımadası, Suriye, Irak, İran, Horasan/Maveraunnhir, Mısır, Endülüs, Hindistan bölgelerini içine alan geniş bir coğrafyada binlerce ilim adamının eser verdiği ilmî sahayı araştırmak, anlamak ve eleştirmek oldukça yoğun bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır.

            Hadis tarihi ve metodolojisinin doğuşu, gelişmesi ve sistemleşmesini irdelerken dönemin siyasî, fikrî, ekonomik, sosyal ve kültürel hâdiselerle hadislerin irtibatı üzerinde durulmalı, sosyal hadiselerin rivayetlerin şekillenmesine, rivayet kaynaklarının tasnif sistemlerine etkisinin ve hadisçilerin değerlendirmelerine tesirlerinin bulunup bulunmadığı tetkik edilmelidir. Zira İslam’ın ilk asırlarında meydana gelen olayların ilmi faaliyetlere etkisi ortaya konulmadan Hadis Tarihi ve Usulü’nün doğru bir şekilde anlaşılmasının mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Bu nedenle çalışmamızda kısmen de olsa siyasi, fikri ve sosyal hâdiselerin hadislerin ve hadis kaynaklarının oluşmasındaki etkisine vurgu yapmaya çalışılmıştır.

Bilindiği gibi Hadis Tarihi, İslâm'ın zuhuruyla başlayan ve on beş asırlık süreci kapsayan bir dönemdir. On beş asırlık süreci bir kitapta toplamak takdir edileceği üzere mümkün değildir. Bu kitabın ilk bölümü yaklaşık on yıldır okutmaya çalıştığımız hadis tarihi ders notlarının bir araya getirilmiş şeklidir. Hadis tarihi açısından ilk üç asır konu edilmiştir. Bu ilk asırlarda hadisler, hadis ilmi, çeşitli hadis eserleri ve hadis anlayışları şekillenmeye başlamıştır. İdeolojik kamplaşmaların yoğun bir şekilde yaşandığı bu ilk asırlarda hadis ilimleri şekillenmeye başlamış ve temel hadis kaynakları da ortaya çıkmıştır. Hadis Ehlinin ve hadis kaynaklarının içinde bulundukları bu dönemin yoğun ideolojik ve ilmi tartışmaların tesirinde kaldıklarını ifade etmek yanlış olmasa gerektir. Özellikle fiten-melahim, eskatolojik rivayetler ve fazail konularında kabilevî ve fikrî tartışmaların hadislere yansıması vb. konular bu dönemlere rastlamaktadır. Aynı şekilde üçüncü asrın temel karakteristiği olan Mihne olayı bu dönemde gerçekleşmiştir. Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere çok sayıda hadisçi şiddetli baskılara maruz kalmış ve toplumda ciddi ayrışmalar meydana gelmiştir. Bu dönemde yaşananların izleri hadis tarihinin gelecek asırlarını ve hadisçilerin telif ettiği gerek rical kitapları gerekse hadis kaynaklarını etkilemiştir. Bu dönem bu açıdan son derece önemli bir dönemdir.

Kitabın ikinci bölümünü oluşturan Hadis Metodolojisi, hadislerin sahih ve makbul olanlarını zayıf ve uydurma olanından ayırma yöntemlerini veren bir sistemdir. Bilindiği gibi Hadis Metodolojisine (dirâyetu’l-hadis) ait bilgiler birden bire ve toplu olarak ortaya çıkmış değildir. Her ilimde olduğu gibi bu ilmin terminolojisi de zamanla ve tedricen oluşmuştur. Hadis metodolojisi Hz.Peygamber’in vefatından yaklaşık otuz sene sonra görülmeye başlanan uydurma hadis tehlikesi karşısında, hadis alimlerinin, hadis ve sünneti korumak ve hadislerin sahih olanlarını olmayanlardan ayırmak için aldıkları tedbirler ve koydukları kurallardan oluşmaktadır. Çok sayıda terim ve kavramı geliştiren bu sistem, tarihi süreç içinde ihtiyaca göre belirlenmiş, uygulanmış ve geliştirilmiştir. Dolayısıyla rivayet usullerini ve oluşan kavramları doğru anlayabilmek için tarihi süreç içindeki gelişimlerini takip etmek gerekmektedir.  

            İşte bu eserde Hadis Tarihi ve Metodolojisi’nin bazı evrelerini kendi perspektifimizden bir deneme mahiyetinde incelemeye çalıştık. Yorum ve değerlendirmelerimizde objektif ve bilimsel ölçülere dayanarak eleştirel ve analitik bir tavır sergilemeye gayret ettik. Eserin sınırlılıkları ve eksik yönlerini bu konuyla ilgilenen bilim erbabıının tarafımıza iletmeleri bizi onurlandıracaktır. Eseri baştan sonuna kadar Türkçe açısından okuyup tashihleri büyük bir özveriyle yapan değerli öğrencim Selma Argunağa’ya teşekkürü borç bilirim. Bizlerin yetişmesinde büyük emeği olan başta Hocam Prof. Dr. Mehmet Hayri Kırbaşoğlu olmak üzere bütün değerli hocalarımı burada hayırla, minnetle ve şükranla anmak isterim. Bu eserin gerek ilahiyat lisans ve lisans üstü öğrencilerine gerekse hadise ilgi duyan entellektüel kesime faydalı olmasını diliyorum.

Başarı Allah'tandır.  

Prof. Dr. H. Musa BAĞCI

 

                                                                                                                   Eylül 2012, Diyarbakır.

 PEYGAMBER TASAVVURUNU KONU ALAN ESERİMİZ II. BASKI YAPTI :







BEŞER OLARAK HZ. PEYGAMBER
PROF.DR. H. MUSA BAĞCI
ANARA OKULU YAYINLARI
BİRİNCİ BASKI NİSAN 2010
İKİNCİ BASKI HAZİRAN 2012

Takdim Yazısı

Kur'an'a bakıldığında problemsiz bir Allah tasavvuruyla karşılaştığımız halde, hadis rivayetlerine gelince karşımıza çıkan problemler meseleyi işin içinden çıkılmaz bir hale sokmakta, aynı şekilde genel olarak peygamberlik, özel olarak da Hz.Peygamber tasavvuru konusunda bazı problemler ortaya çıkmaktadır. Çünkü Kur'an'a bakıldığında, Hz.Peygamber insanüstü herhangi bir özelliği olmayan, son derece sağlıklı ve normal bir insan (beşer) olarak sunulurken ve onun herhangi bir mucize göstermediği, ayrıca gaybı bilmesinin kesinlikle söz konusu olmadığı ısrarla vurgulanırken, sıra rivayetlere gelince böylesi sağlıklı ve gerçekçi bir peygamber tasavvuruyla asla uyuşmayan, insanüstü, kutsal, kozmik ve mitolojik bir peygamber tasavvurunun rivayetlere egemen olduğu hemen dikkat çekmektedir. Kuşkusuz bu faaliyetlerden Kur'an'ın sunduğu peygamber tasavvuruna aykırı düşenlerin ya uydurma ya da kaynak, isnad veya metin açısından problemli oldukları kolayca tahmin edilebilirse de, klasik İslam uleması ne bu durumun ciddi olarak farkına varmış, ne de bu konuda bir hassasiyet geliştirmiştir. Rivayetler konusunda tenkid zihniyeti gelişmeyenince, onların yüzyıllar boyunca bu rivayetleri tek tek inceleyip ayıklamış olmalarını beklemek de nafile olacaktır. Gerçekten de konuyla ilgili rivayetlerin kapsamlı bir şekilde tetkike tabi tutulması bir yana, Delailu'n-nubuvve, isbatu'n-nubuvve, el-Hasais (veya hasaisu'n-nebî) türü eserlere, Hz.Peygamber'i yüceltmek için sağlam-çürük ne varsa doldurulmuş, bu eserler adeta bir rivayet depoları haline getirilmiştir. Bilebildiğimiz kadarıyla Hz.Peygamber'le ilgili Kur'an'a aykırı tasavvurları besleyen rivayetleri kapsamlı bir incelemeye tabi tutan yegane ciddi çalışma elinizde bulunan H. Musa Bağcı'nın doktora tezidir.
Bu çalışmada önce İslam öncesinde dini şahsiyetlerin nasıl algılandığı ele alınmış; ardından, Kur'an'da adı geçen bazı peygamberler ele alınarak genel bir peygamberlik tasavvuru tespite çalışılmış; Bunu müteakiben de Kur'an'a göre Hz.Peygamber'in beşeri yönüyle ilgili bir tasavvur ortaya konmuştur. Bu ön hazırlıktan sonra, "Hadislere Göre Hz.Peygaber'in Beşeri Yönü" bölümüne geçilmiş ve ilk olarak biraz önce sözünü ettiğimiz delail ve hasais literatürünün kaynak metodolojisi açısından bir kıritiği yapıldıktan sonra asıl konuya geçilerek, önce Hz.Peygamber'in normal beşeri özeliklere sahip olduğuna dair rivayetler ele alınmış, ardında da asıl önemli olan, "Hz.Peygamberi Beşerüstü bir Şahsiyet Olarak Gösteren Rivayetlerin Değerlendirilmesi" bölümünde problemli rivayetlerin tetkikine geçilmiştir. Neticede bu bölümde araştırmacı, Hz.Peygamber'in sünnetli doğduğu, onun aydınlıkta olduğu gibi karanlıkta da görebildiği, Süreyya'da on bir yıldız gördüğü, ön tarafını gördüğü gibi arkasını da gördüğü, bunu da Allah'ın onun başının arkasında yarattığı bir görme hassasıyla gerçekleştirdiği, hatta onun iki omuzu arasında iki gözü olup elbisesinin altından bile arkasını görebildiği, gökte secde eden meleklerin izdihamı yüzünden gökteki gıcırdama veya çatırdamaları duyduğu, kısaca diğer insanların işitmediği bazı sesleri işitebildiği, sesinin çok uzaklara ulaştığı ve bunun bir mucize olduğu, sahabenin Hz. Peygamber'in tıraş edilen saçlarını kutsal kabul edip paylaşamadığı, ihtilaf anında bu saçları Hz. Peygamber'in bizzat taksim ettiği, bazı sahabilerin bu saçlar sayesinde her savaşta muzaffer olduğu, onun terinin gerçek anlamda misk gibi koktuğu, hatta bu terin koku imalinde kullanıldığı, tedavi için Hz. Peygamber tarafından eline tükürülen bir sahabinin elinin o günden beri mis gibi koktuğu, hatta gülün Hz.Peygamber'in bir rivayete göre Burak'ın terinden yaratıldığı, dahası beyaz gülün miraçta Hz. Peygamberin terinden, kırmızı gülün Cebrail'in terinden, sarı gülün ise Burak'ın terinden yaratıldığı, bir başka rivayette Hz.Peygamber miraçtan dönünce terinin yere damladığı ve bundan kırmızı gülün bittiği, onun için Hz. Peygamber'in kokusunu duymak isteyenin kırmızı gülü koklayabileceği; tükürüğünün mucizevi etkiler yarattığı (hastalıkları anında iyileştirmesi, çocukların emzirilmesine gerek bırakmayan bir gıda teşkil etmesi, kova veya suya tükürmesi ve acı suyun tatlı su haline gelip üstelik mis gibi kokması); aç yatıp tok kalktığı, Allahın ona cennetten yedirip içirdiği; gözleri uyuduğu halde kalbinin uyumadığı, kanının, idrarının ve gaitasının temiz ve şifa kaynağı olduğu, sahabilerin onun kan ve idrarını içtikleri, ondan mis gibi kokuların geldiği, onun gaitasının misler gibi koktuğu, peygamberlerin gaitalarını yerin yarılıp yuttuğu, toprak üzerinde onun dışkısından eser kalmadığı; Hz.Peygamber'e otuz-kırk erkeğin cinsel gücü verildiği, bazılarının bu ve benzeri rivayetlere dayalı hesaplamalarla ona dört bin erkeğin cinsel gücünün verildiği ileri sürüldüğü, önceleri cinsel gücü zayıf iken kendisine gökten gönderilen keşkeği yeyince kendisini her an cinsel gücün doruğunda hissettiği; onun asla esnemediği, vücudunun gölgesi olmadığı, çünkü onun bizzat ışık olduğu (nur), ölümlü bir beşer olduğu halde cesedinin çürümediği, kabrinde canlı olduğu, yeyip-içtiği, kendisine selam verenlerin selamını alıp mukabele ettiğiyle ilgili metin tenkidi açısından uzun uzun incelemiş ve bunların kabul edilemez rivayetler olduklarını delilleriyle göstermiştir. Bu suretle de, bütün bu konulardaki rivayetleri –kaynak ve isnadlarındaki zaaflarına rağmen- ciddiye alıp eserlerine kaydeden ve böyle yapmakla Hz. Peygamberi yücelttiğini zanneden koca koca allamelerimizin(!), meşhur muhaddislerin, fıkıh, kelam, tefsir ve tasavvuf ulemasının yüzyıllarca bize nasıl yanlış bir peygamber tasavvuru telkin ettiklerini de gözler önüne sermiştir. Bu konu o kadar mühimdir ki, Hz Peygamber hakkında yukarıda anlatılanların en azından bir kısmını duymamış hemen hiçbir Müslüman yok gibidir ve üstelik, bu anlatılanların doğru olduğuna yüzyıllarca inanılmış ve bu telakki bu güne kadar gelmiştir. Şimdi içinde bulunduğumuz XXI. Yüzyılda özellikle genç nesillere, yukarda tasvir edilen bir peygamber tasavvurunu öğretip telkin etmenin ne kadar doğru olacağını düşünmek zamanıdır. Alternatif hadis metodolojisi çizgisinde yapılacak araştırmalar çerçevesinde yapılan söz konusu çalışma, Hz. Peygamber hakkındaki bu gibi sağlıksız ve asılsız telakkileri besleyen rivayetleri ayıklama yolunda ciddi bir katkı olarak değerlendirilmektedir.
Prof. Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU
Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi




HADİS YAZILARI
Peygamber Tasavvuru-Tarih, Usul ve Kültür
Prof.Dr. H. Musa BAĞCI
Araştırma Yayınları (Ankara Okulu)

Bu kitap, geçmiş sekiz yıl boyunca hadis alanında yaptığımız makale ve sempozyum tebliği gibi bilimsel çalışmaların bir araya getirilmiş ürünleridir. Bunların bir kısmı hakemli dergilerde makale, bir kısmı sempozyum bildirileri, diğer bir kaçı ise serbest yazılardan oluşmaktadır. Bu kitabı telifteki amaç, mevzu bahis yıllarda farklı dergi ve sempozyum kitaplarında yaptığımız çalışmaları bir araya getirerek okuyucuların ve özelde de öğrencilerimizin kolaylıkla ve kısa yoldan bu yazılara ulaşmalarını sağlamaktır.
Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Peygamber tasavvuruyla ilgili yazılara yer verilmektedir. Bu yazılar, doktora tez çalışmamızın devamı niteliğinde olup Müslümnaların sağlıklı bir peygamber tasavvurunun oluşması yönünde yapılmış çabaların ürünleri olarak kabul edilmelidir. İkinci bölümde Hadis Tarihi ve Usûlü ile ilgili çeşitli alanlardaki tartışmalar yer almaktadır. Burada özellikle el-Buharî özelinde hadis edebiyatının oluşmasında dönemin siyasî, fikrî, sosyal ve kültürel hadiselerin etkisine ışık tutacak ipuçları bulunmaktadır. Ayrıca H. III. asırda ortaya çıkan hadis eserlerinin gelişen şahıs karizmaları, onların beraberinde getirdiği eser karizmalarınının nasıl oluştuğu hususu irdelenmektedir. Bu bölüm değişik konulardaki usul tartışmalarıyla devam etmektedir. Üçüncü bölüm iki makaleden oluşmakta olup hadisin kültürel boyutuna bir pencere açma hedefini taşımaktadır.






Prof. Dr. H. Musa BAĞCI
Hadis Tarihi
Ankara Okulu Yay, Ekim, 2009.

KİTABIN TANITIM YAZISI

 

İslam'ın ilk üç asrına tekabul eden evresini kendi perspektifimizden bir deneme mahiyetinde incelemeye çalıştığımız Hadis Tarihi, aslında İslâm'ın zuhuruyla başlayan ve on beş asırlık bir süreci kapsayan bir dönemdir. On beş asırlık bir süreci bir kitapta toplamak takdir edileceği üzere mümkün değildir. Bir kaç yıldır okutmaya çalıştığımız Hadis Tarihi ders notlarının bir araya getirilmiş şekli olan bu eserde, Hadis Tarihi açısından ilk üç asır konu edilmiştir. İdeolojik kamplaşmaların yoğun bir şekilde yaşandığı bu ilk asırlarda hadis ilimleri şekillenmeye başlamış ve temel hadis kaynakları da ortaya çıkmıştır. Hadis ehlinin ve hadis kaynaklarının içinde bulundukları bu dönemin yoğun ideolojik ve ilmî tartışmalarının tesirinde kaldıklarını ifade etmek yanlış olmasa gerektir. Özellikle fiten-melahim, eskatolojik rivayetler ve fazail konularında kabilevi ve fikri tartışmaların hadislere yansıması bu dönemlere rastlamaktadır. Aynı şekilde üçüncü asrın temel karakteristiği olan Mihne olayı bu dönemde gerçekleşmiştir. Başta Ahmed b. Hanbel olmak üzere çok sayıda hadisçi şiddetli baskılara maruz kalmış ve toplumda ciddi ayrışmalar meydana gelmiştir. Bu da Ehl-i Hadis'in düşünce dünyasının ve dolayısıyla da eserlerinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemde yaşananların izleri hadis tarihinin gelecek asırlarını ve hadisçilerin telif ettiği gerek rical kitapları gerekse hadis kaynaklarını etkilemiştir.




 

 

İNSANIN KADERİ  Hadislerin Telkin Ettiği Kader Anlayışı

Prof.Dr. H. Musa Bağcı
Kader problemi, bildiğimiz kadarıyla ilk çağlardan bugüne dek düşünce tarihinin en önemli problemi olmuştur. Filozofu, politikacısı, hukukçusu, din adamı, psikoloğu ve sade mü’mini ile bütün toplum katmanlarını meşgul etmiş ve üzerinde çok yoğun tartışmalar meydana gelmiştir. Çünkü bu problem muayyen bir topluma özgü olmayıp tarih boyunca bütün insan guruplarının ilgilendikleri ve üzerinde spekülasyonlar yaptıkları bir problemdir. Bu açıdan kader, insanın problemidir.  
Bugüne kadar ister kelamî açıdan olsun isterse felsefî açıdan olsun yapılan bütün yorumlar ve değerlendirmeler, spekülasyondan öteye gidememiştir. Bu eserimizde mümkün olduğunca spekülasyondan uzak, hem Kur’an ve hem de hadis nasları üzerinde değerlendirmeler yapmaya gayret edilmiştir. Bu konuda herkesi tatmin edecek bir çözüme ulaşıldığı iddiasında değiliz. Ancak burada yapılan şey, insan sorumluluğunu ve onun gönderiliş gayesini anlamlı kılmaktan ibarettir. Bununla birlikte bir nebze olsun Müslümanların kader konusunda sağlıklı bir bakış açısına sahip olmalarını sağlamaktır.

İnsan iradesinin hür olduğunu ifade eden hadislerin dışındaki bazı hadislerde telkin edilen cebirci anlayışın, toplumun çeşitli katmanlarında etkisini gösterdiği bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla toplumda, her şeyi kadere bağlama, kaderden bilme ve insanın alnına ne yazılmışsa onun olacağına inanma gibi birtakım fikir sapmaları meydana gelmiştir. İnsanlar “kaderde ne varsa o olur” düşüncesiyle kendilerini atıl hale getirmekte, tedbir almayı ve üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyi -kasılı veye kasıtsız- ihmal etmektedirler. Bu araştırmada bu tür yanlış anlayışları izale etme, insan iradesinin mevcudiyetini ve onun belli sınırlar içerisinde hürriyetinin bulunduğu ve bundan dolayı da yapıp-etmelerinden sorumlu olduğu düşüncesini tesis etme hedeflenmiştir. İnsan iradesinin söz konusu olduğu davranışlarda önceden tayin ve tespitin olmadığı Kur’an ve sahih sünnetin ışığında izah edilmeye gayret edilmiştir. Hadisleri değerlendirirken Kur’anî çizgiyi aşmamaya, mümkün olduğu kadar problemi, ilmi bir tarafsızlıkla ele almaya çalışılmıştır.




Yayın Adı : Hadis Rivayetinde Sahabenin Kavrama ve Nakletme Sorunu -Hadis Metodolojisinde Sahabenin Zabtı-
Yazar Adı : Prof.Dr. H. Musa Bağcı
Yayın Evi : ilâhiyât Yayınları
Yayın Tarihi : 2004
Sayfa Adedi : 300
musabagci@hotmail.com, mbagci@dicle.edu.tr

ISBN975-6666-60-9

Sahabenin İslâm kültüründe mühim bir rol oynadığı bütün alimler tarafından ittifakla kabul edilen bir husustur. Zira onlar hem Kur’an vahyinin hem de hadis/sünnetlerin bize intikalinde önemli katkıları olmuştur. Kur’an metinleri daha o dönemden itibaren yazılı olarak nakledildiği halde, hadis/sünnetler için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. Zira bunlar bir kaç özel inisiyatif dışında H. I. asrın sonuna kadar sözlü olarak nakledilmiştir. Sözlü rivayetler de lafzî olmayıp, insan tabiatının doğası gereği manen nakledilmiştir. Bilindiği gibi manen rivayetlerde de ravinin anlama, kavrama ve nakletme hususundaki kabiliyetleri önem arz etmektedir. Bu nedenledir ki raviler tenkite tabi tutulmuşlardır. Bunun sahabe arasında da vuku bulduğunu görmekteyiz. Nitekim sahabenin hadis rivayeti konusunda birbirlerini tenkite tabi tuttuğuna dair pek çok örnek hadis kitaplarında zikredilmiştir.
Sahabenin anlama, kavrama ve nakletme gibi hususlarda birbirini tenkitine rağmen, süreç içinde satır aralarında zikredilen bazı istisnalar dışında sahabenin ilmi açıdan tenkit edilebilecek yönleri çoğunlukla görmezden gelinmiş; sistemli bir tenkite tabi tutulmamıştır. Hatta daha sonraları Müslümanlar bir hadisin sahih veya sakîm olduğunu değerlendirirken rivayet zincirindeki ilk tabaka olan sahabeyi tenkit dışı tutmuşlardır. Onlara cerh ve ta’dil kitaplarında yer vermemişlerdir. Şurası bir gerçektir ki usulcülerin tanımladığı anlamda sahabenin Hz. Peygamber adına bile bile yalan uydurabileceği pek muhtemel görünmemektedir. Ancak onların hata, yanılma, unutma gibi zabt hatalarına düşme ihtimali tetkike muhtaç bir konudur. Hadisin isnadı değerlendirilirken sahabenin en azından zabt açısından tenkite tabi tutulması gerekmektedir. Bu, onların da diğer insanlar gibi birer beşer olmalarının bir gereğidir.

 
Sahabe konusunda pek çok eser yazılmış olmasına rağmen, onların anlama, kavrama ve nakletme konusunda gerek Hadis metodolojisi gerekse ekollerin konuya bakış açısını ele alan müstakil bir çalışma yapılmamıştır. İşte biz ihmal edildiğini düşündüğümüz bu konuyu araştırmayı ve bu konuda bir bakış açısı ortaya koymayı hedefledik. Amacımız sahabenin anlama, kavrama ve nakletme konusundaki durumlarını incelemek ve hadis rivayetinde onların da bu açıdan değerlendirmeye alınması gereğine vurgu yapmaktır. Çalışmamız sahabenin zabt kusurlarıyla sınırlandırılmıştır. Ancak zabt konusu işlenirken konunun muhtevası gereği bazen adalet konusuna girmemiz kaçınılmaz olmuştur. Bu özellikle ekollerin bakış açısı ele alınırken söz konusudur. Çalışmamızda farklı ekollerin kanaatlerine de yer verilmiştir. Ekollerin görüşleri değerlendirilirken mümkün olduğunca onların orijinal kaynaklarına ulaşılmaya çalışılmıştır.

 
Çalışmamız bir giriş, iki bölüm ve bir sonuçtan oluşmaktadır. Girişte kavramsal çerçeve ele alınmış olup, burada sahabe kavramı, sahabenin dindeki ve hadis ilmindeki konumu, zabtın mahiyeti ve çeşitleri gibi konulara yer verilmiştir.

I. Bölümde sahabenin Hadis metodolojisi açısından zabt yönü ele alınmıştır. Sahabenin zabtı "metâinu aşera" diye tabir edilen on kusurdan beşini teşkil eden zabt kusurları açısından örnekler verilerek incelenmiştir. Bununla bağlantılı olarak sahabenin murseli, tedlisi ve İsrailiyyatla ilişkisi irdelenmiştir. Zira bilinçli veya bilinçsiz olarak İsrailiyyat telkinine bazı sahabîlerin maruz kaldığı görülmektedir. Bu bölüm, sahabenin zabt kusurlarına yol açan faktörlerle son bulmuştur.


II. Bölümde ise bazı ekollerin sahabenin zabt yönüne bakışı ele alınmıştır. Bu bölümde tarihi süreç içerisinde İslâm kültürüne damgasını vuran bazı ekollerin sahabeyle ilgili değerlendirmelerine yer verilmiştir. Bunlar Ehl-i Hadis, Fakihler (özellikle Hanefîler), Mu'tezile, Hariciler ve Şia'dır. Bu bölüm çağdaş alimlerin sahabenin zabtına bakışıyla sona ermiştir. Bu bölümde Ehl-i Hadis'in sahabenin zabtına bakışı ele alınırken buradaki bazı başlıklar birinci bölümdekilerle zorunlu olarak benzerlik arz etmektedir. Zira birinci bölümde sahabenin zabtına taalluk eden hususlar Hadis metodolojisi açısından ele alınırken, bu bölümde ise Ehl-i Hadis'in söz konusu hususlarla ilgili görüşleri ortaya konulmuştur.


Çalışma vardığımız neticeleri dile getirdiğimiz sonuç bölümüyle sona ermiştir.





Prof.Dr. Mehmet Hayri KIRBAŞOĞLU
Prof.Dr. H. Musa BAĞCI
NAMAZLARIN BİRLEŞTİRİLMESİ
Başörtüsü ve Çorap Üzerine Mesh Meselesi
İlahiyat Yayınları.

Bu kitap, herhangi bir mezhebin, tarih boyunca oluşmuş olan görüşlerini nihai hüküm gibi algılayıp onların değişmezliğini kabul etmenin son derece hatalı bir tutum olduğunu göstermektedir. Ancak, bu hükümlerin değişmez olduğu açıkça söylenmemesine rağmen, fiiliyatta ise durum bundan ibarettir.

Hanefi mezhebinin ilk imamları olan, Ebû Hanîfe ve ashabı, namazların cem´i ile ilgili hadisleri, kendilerince haklı gördükleri çeşitli gerekçe ve tevillerle uygulama mevkiine koymamışlar; cem´i, sadece, Arafat ve Muzdelife´ye hasretmişlerdir. Ne yazık ki, daha sonra gelen bütün Hanefi uleması, bu görüşü sadece tekrarlamakla yetinmiş, ilk imamların gerekçe ve tevillerini sorgulama cihetine gidememişlerdir.

İmam-ı Azam Ebû Hanîfe´nin fıkıh anlayışına bağlılık; onun görüşlerini tekrarlamakla değil, bilakis onun metodunu, yöntemini, hepsinden önemlisi Allah ve Rasulü dışında herkesin görüşlerinin sorgulanabileceğini açıkça ilan eden, onun eleştirel zihniyetini ve düşünce dinamizmini benimsemekle olabilir.

Bu kitap işte bu konuda bizleri, zihniyet değişikliğine davet ederek dinamik ve eleştirel bir hadis-fıkıh anlayışına çağırmaktadır.

Bu kitabın son bölümü sarık, başörtüsü ve çorap üzerine mesh konusunu irdelemektedir.



 

 
PROF. DR.H. MUSA BAĞCI WEB SİTESİ
 
Facebook beğen
 
ANLAMLI SÖZLER
 
BUGÜNKÜ HANEFİ FAKİHLERİ, TIPKI İMAM EBU HANİFE TAKLİTÇİLERİNİN MUŞAHHAS OLAYLAR ÜZERİNE VERİLEN HÜKÜMLERİ EBEDİLEŞTİRDİKLERİ GİBİ, KENDİ MEZHEBİNİN RUHUNA AYKIRI OLARAK İMAM EBU HANİFE'NİN YORUMLARINI EBEDİLEŞTİRMİŞLERDİR. BU İTİBARLA, İÇTİHAT KAPISININ KAPANMIŞ OLMASI, KISMEN FIKIH KAVRAMININ BİLLURLAŞMIŞ OLMASINDAN, KISMEN DE EMEVİLERİN ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE BÜYÜK DÜŞÜNÜRLERİ PUTLAR HALİNE GETİREN ZİHNİ TEMBELLİK YÜZÜNDEN MEYDANA GELEN EFSANEDİR. EĞER DAHA SONRAKİ ALİMLER BU EFSANEYİ SAVUNMUŞLARSA BUGÜNÜN İSLAM DÜŞÜNCESİ, BU GÖNÜLLÜ TESLİMİYETE BOYUN EĞMEK ZORUNDA DEĞİLDİR. (M. İKBAL, İSLAMDA DİNİ DÜŞÜNCE, S. 238)

"ŞU HSUSUSU GERÇEKLEŞTİRMEK VE İNSANLARI ONA ÇAĞIRMAK İÇİN BÜTÜN GÜCÜMLE ÇALIŞTIM. BUNLARDAN BİRİSİ, DÜŞÜNCEYİ TAKLİT ZİNCİRİNDEN KURTARMAK; DİNİ, TEFRİKAYA DÜŞMEDEN, İLK MÜSLÜMANLARIN ANLADIKLARI ŞEKİLDE ANLAMAK VE ONU AKLIN AŞIRILIKLARINDAN KORUMAKTIR. (ABDUH, TEVHİD, S. 49)
ANLAMLI SÖZLER
 
ŞİMDİ İNSAF EDELİM, BU RUH HALİ İLE BİZİM İÇİN TERAKKİ İMKANI VAR MIDIR? BİZ BU CEHALET VE TAKLİT KÖTÜLÜĞÜYLE ŞİMDİKİ MEDENİYETİN ŞİDDETLİ CEREYANLARINA KARŞI DİNİMİZİ, MİLLETİMİZİ NASIL MUHAFAZA EDEBİLİRİZ? MİLLET BU BATIL AN'ANELERDEN KURTARILMADIKÇA, İSLAM'IN ASLİ HAKİKATLERİ BÜTÜN SAFİYETİYLE AÇIĞA ÇIKARILMADIKÇA BEN BUNUN İMKANINI GÖREMİYORUM. TERAKKİNİN ESASI CEHALETTEN İLME, TAKLİTTEN TAHKİKE GEÇMEKTİR. CEHALETLE VE TAKLİTLE HİÇ BİR ZAMAN TERAKKİ EDEMEYECEĞİMİZ GİBİ, DİNİMİZİ DE MİLLETİMİZİ DE MUHAFAZA EDEMEYİZ. GENÇLERİMİZ DİNSİZ OLUYOR DİYE BUGÜN ŞİKAYET EDİYORUZ. ELBETTE OLURLAR. BİZİM ŞİKAYETE HAKKIMIZ YOKTUR. BÜGÜNKÜ MEDENİYETİN İLİM VE FENLERİNDEN AZ ÇOK NASİBİNİ ALMIŞ DİMAĞLAR, ARTIK HURAFE DİNLEYEMEZ. ONLARI İSLAMI'N KATİ HAKİKATLERİYLE AYDINLATMAK GEREKİR. (SEYYİD BEY, İSMAİL KARA'NIN TÜRKİYE'DE İSLAMCILIK DÜŞÜNCESİ KİTABINDAN S. I/225.)
Peygamber (s.av)'e Bakışımız
 
"İslam Peygamberini eski dünya ile modern dünyanın ortasında durmuş görmekteyiz. Hz.Peygamber (s.a.v) bildirmiş olduğu vahyin kaynağı bakımından eski dünyaya, fakat bildirmiş olduğu vahyin ruhu bakımından modern dünyaya bağlıdır. Onun gelişi ile hayat aldığı yeni istikamete uygun yeni kaynaklar keşfetmiştir."
Allame Muhammed İkbal

Hz.Peygamber'in bir insan, beşer peygamber olduğunu söylerken, onun sıradan ve standart bir insan olduğu anlaşılmamalıdır. Aksine o, yüksek karakteri ve sahip olduğu yüce ahlaki yapısıyla hem peygamberlik öncesi hem de sonraki yaşantısıyla "farklı" olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Onun farklılığı "tür farklılığı" değil, "nitelik ve kalite farklılığı"dır. Kur'an'ın açık ve kesin ifadelerine rağmen onu insanüstü göstermek, onu bir melek veya yarı-ilah seviyesine çıkaracak ifadeler kullanmak ona yapılabilecek en büyük haksızlıktır.
GÜZEL SÖZLER
 
"KANAATİMCE EVRENİN ÖNCEDEN DÜŞÜNÜLEREK YAPILMIŞ BİR PLANIN ZAMANLA BİLGİLİ BİR ŞEKİLDE İŞLEYİŞİ OLDUĞU YOLUNDAKİ GÖRÜŞTEN KUR'AN-I KERİM'İN GÖRÜŞÜNE DAHA YABANCI BİR ŞEY OLAMAZ" (MUHAMMED İKBAL )
.Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa, hem budala, hem de alçaktır. Bir adamın "benden başka herkes aldanıyor" demesi güç şüphesiz; ama sahiden herkes aldanıyorsa o ne yapsın?
Daniel de Foe (Cemil Meriç, Bu Ülke adlı kitabından)

Kur'an'a göre seçilmiş halk ve ırk yoktur. Tek üstünlük ölçüsü, Allah'ın dinine bağlılıktır. İslam, insanları tek dil, kültür ve coğrafyada değil, tevhid inancı etrafında birleştirir ve ümmet fikrini telkin eder. İslam, Hıristiyanlığın mutlak ferdiyetçiliğini ve yahudiliğin ırkçılığını reddeder. Kur'an'a göre değer ölçüsü Allah'ın rızasına uygun güzel faaliyet ve davranışlarıdır (amel-i salih). Her etnik grubun insani ve yasal hakları korunmak suretiyle İslam kardeşliği ve eşitliği ilkesi temel olmalıdır. İslam kardeşliği ve eşitliği prensibine aykırı düşen ve ırkçılığı telkin eden rivayetlere ihtiyatla ve mesafeli yaklaşmak gerekir.

Ünlü bilgin Cahız der ki: Geçmişe körü körüne teslim olmak, taassuba, heva ve heves sahibi olmaya yöneltir. Atalara uymak, insanların aklını esir alır. insanları körleştirir, sağırlaştırır. Bu yüzden dini, nazar ve araştırma yolu ile öğrenmek gerekmektedir.

Tevekkül, toplumda yaygın anlayışa göre kişinin görev ve sorumluluğunu Allah'a fatura ederek tembellik, miskinlik ve uyuşukluk yapması değil, bilakis Kur'an'a göre insanın herhangi bir konuda kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdikten sonra akabinde ortaya çıkabilecek engellerin bertaraf edilmesi için Allah'a güvenmek ve dayanmaktır. (11, Hud, 123; 14, İbrahim 12 vd.)

Dinde zorlama yoktur. İnsana düşen öğüt, nasihat ve tebliğdir. Zorlama ve baskı ile gerçekleşen imana iman denilemez. İçselleştirilmiş, içten, sahici ve samimi iman gerçek imandır. Hz.Peygamber ve onun değerli ashabı bu sahici ve samimi iman sayesinde insanlık tarihindeki büyük değişim ve dönüşümü gerçekleştirmiştir.

Dua,insanın Allah ile iletişimidir. Kur'an, Allah'a yapılan duaların kişinin işlediği salih ameller tarafından Allah katına yükseltileceğini bildirir. (35, Fatır, 10) Duanın kabulü için amel-i salih esastır. Hz.Peygamber duasının kabul olması için dua etmeden önce sadaka vermeyi prensip edinmiştir. Türbelerden, evliya gibi zatlardan, diğer kişi ve gruplardan kendileri aracı yapılarak istekte bulunmak insanı şirke götürebilecek yaklaşımlardır. İnsanı Allah'a yaklaştıran sadece güzel faaliyet ve davranışlardır (amel-i salih).(maide 35; İsra 57).

İslam, sadece uygulanması gereken ilkelerden ibaret olmayıp, aynı zamanda nezaket, incelik, kibarlık ve centilmenliktir. (31, Lokman, 19; 49, Hucurat, 2-4).

Allah'ın varlığını ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabullenmek tevhidin en yüzeysel anlamıdır. Zira bu anlamda putların kendilerini Allah'a ulaştıracağını söyleyen ve Allah'ın varlığına inanan müşriklerin asgari anlamda tevhidi kabul ettikleri söylenebilir. Oysa ki İslam'ın gerçek anlamda tevhidden kastı, Allah'ın varlığını ve birliği ve her şeyin yaratıcısı olduğunu kabulle birlikte Allah'ı değer koyucu bir otorite olarak kabul edilmesi, yani onun peygamberler aracılığıyla gönderdiği mesajlara boyun eğilmesidir. İşte bir müşrik ile müslüman arasındaki temel fark budur.

Ahiret tövbe yeri değil, hesap verme yeridir. Tövbe fırsatı insana bir defa sadece dünya hayatında verilmiştir. Bu yüzden İslam karma, tenasuh veya yeniden dünyaya farklı varlıklar şeklinde gelme gibi anlayışları tasvip etmez, reddeder.
 
Bugüne kadar 274810 ziyaretçi (511924 klik) kişi burdaydı!
webmaster: H.Musa BAĞCI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol